30 Ekim 2016 Pazar

Aya Yorgi Manastırı (istanbul)

AYA YORGİ MANASTIRI FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Büyükada’daki Aya Yorgi Kilisesi yılda iki kez, 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde ziyaretçi akınına uğruyor. Üniversite sınavına hazırlananlar, hayırlı bir kısmet bulmak isteyenler, sağlığının düzelmesini arzulayanlar veya aklınıza hiç gelmeyecek dilekleri olanlar her yıl vapurları, motorları dolduruyor ve soluğu burada alıyor. Farklı dinden birçok kişiyi buluşturan, Büyükada’nın en yüksek yerlerinden biri olan Yücetepe’de bulunan Aya Yorgi Kilisesi, Saint George adına inşaa edilmiş. Orijinal adı Agios Georgios Rum Ortodoks Manastırı olan kiliseye, dik bir yokuş tırmanılarak çıkılıyor. Ortodoks kilisesinin otoritesi olarak görülen Başpiskoposluğun Türkiye’de kabul ettiği manastır olma özelliğini de taşımakta. 

Efsaneye göre... Kilisenin her yıl daha da fazla ziyaretçi almasının sebebi kulaktan kulağa dolaşan dileklerin gerçek olduğu söylentileri. Birçok motif barındıran kiliseye gelenlerin en çok dikkat ettiği, mızrağı ile bir deniz canavarını öldüren Saint George ikonası. Kilisenin bu ikonaların da dahil olduğu, ve ünlenmesini sağlayan bir efsanesi var. Rivayete göre, Bizans dönemlerinde işgal altında kalan adanın papazları, ikona ve kutsal eşyaları kurtarmak için toprağa gömmüşler. Aradan uzun yıllar geçmiş ve Rumların Aya Yorgos dediği ve zaman içinde Aya Yorgi olarak anılmaya başlayan aziz, bir gün bir çobanın rüyasına girmiş ve ondan kiliseye giden yokuşu turmanmasını, çan sesini duyduğu an olduğu yerde durup toprağı kazmasını istemiş. Çoban bu rüyayı birkaç gün daha üst üste görünce aziz Aya Yorgi’nin kendisine dediklerini harfiyen uygulamış ve toprağın altından bugün halihazırda kilisede de sergilenmekte olan bu ikona ve kutsal cisimleri çıkarmış 

ya Yorgi kilisesi, Efes yakınlarında bulunan Meryem Ana’nın evi ile birlikte Hıristiyanlar tarafından kabul edilen iki hac noktasından biri olma özelliğini taşıyor. Ortodoks mezhebinde 23 Nisan tarihi, Yorgoların isim günü olarak anılıyor. Hem 23 Nisan hem de bir Azize olan Ayie Thekla’nın anıldığı 24 Eylül tarihlerinde Aya Yorgi’ye gelmek Hıristiyanlar inancına göre daha kutsal. Bu tarihlerde Aya Yorgi’ye giden yolu tıpkı efsanedeki çoban gibi çıplak ayakla ve hiç konuşmadan takip edenlerin yarı hacı sayılıyor olduğuna inanılıyor. 

Sadece yokuşu tırmanıp kiliseye varmak yeterli mi? Öncelikle 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde adaya adeta hücum eden kalabalık, polislerinde desteğiyle türlü güvenlik önlemleri alınarak bir yığın halinde iskeleden kiliseye doğru çıkan yokuşu tırmanmaya başlıyor. Bu tarihlerde kiliseye girebilmek için sabahın erken saatlerinde adaya varmanız şart! Dilek dilemek için yokuşu tırmanmış olmanız yetmiyor. 

Kiliseye ulaşmayı ve buradaki manzarayı kucaklamayı başaran şanslı ziyaretçiler, buradan bir anahtar veya bir çan alıyor. Dileği gerçekleşenler ise bu andan itibaren aldığı objeyi kiliseye geri götürmek zorunda. Ayrıca kiliseye çıkan yokuşta çalılara ip bağlayanların da dileklerinin gerçekleşebileceğine, yolun başından sonuna kadar bir makara ipi aça aça ilerleyenlerin de kısmetlerinin açılacağına inanılıyor. Dileklerini bir kâğıda yazıp bu kâğıdı kilisenin içindeki dilek kutusuna da atabiliyorsunuz. Bunların dışında son yıllarda rastlanılan renkli adak mumları da var. Ayrıca gelen ziyaretçilerin bazıları da kilisenin arkasında küp şekerler ve ağaç dallarını dizerek oluşturdukları harf ve çizimlerle de dilek diliyorlar. İzdihama dikkat 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile aynı güne denk gelen yılın ilk ziyaret günü, her yıl olduğu gibi bu yıl da yoğun ilgi gördü. Aya Yorgi’ye ilk defa çıkacakların tedbirli olmaları ve izdihamdan etkilenme ihtimallerinin olduğunu bilmeleri gerekiyor. Adaya varanlar kiliseye çıkan yokuşun başına gelebilmek için çoğunlukla fayton kullanıyor. Bu yüzden uzun fayton kuyruklarıyla karşılaşabilirsiniz. 
kaynak: www.on5yirmi5.com/haber/yasam/turizmseyahat/89761/aya-yor...

19 Ekim 2016 Çarşamba

Alman Çeşmesi (İstanbul)


ALMAN ÇEŞMESİ FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Alman Çeşmesi, İstanbul'daki Sultanahmet Meydanı'nda, Sultan I. Ahmed Türbesi'nin karşısında yer alan çeşme. Alman İmparatoruII. Wilhelm'in sultana ve İstanbul'a hediyesidir. Almanya'da yapılıp 1901'de İstanbul’daki yerine monte edilmiştir. Neo-Bizanten üslübunda bir çeşmedir; içerden altın mozaikle süslüdür.
Alman Çeşmesi, Türkiye'ye üç kez gelen imparatorun 1898'de istanbul’a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilmiştir. İlk gelişinde 1889 Osmanlı ordusuna Alman tüfeklerinin satışını sağlayan II. Wilhelm, ikinci İstanbul ziyaretinde İstanbul-Bağdat Demiryolunun Alman firmalarına verilmesi vaadini almıştı. Bu ziyaretin anısına Alman hükümeti tarafından yaptırılan çeşme, imparatorun bir deseninden yola çıkarak düzenlenmiştir.
Çeşmenin planlarını Kaiser’in özel danışmanı Mimar Spitta çizmiş, yapımını Mimar Schoele üstlenmiştir. Ayrıca Alman mimar Carlitzik’le İtalyan Mimar Joseph Antony de bu projede çalışmışlardır. Alman hükümeti önce hipodrom alanını düzenlemiş, meydanın ağaçlandırılması yapıldıktan sonra Almanya’da hazırlanan çeşme buradaki temeller üzerine oturtulmuştur. Mermerleri ile değerli taşları Almanya’da işlenmiş ve parçalar halinde gemi ile İstanbul’a getirilmiştir.
Yapımına 1899'da başlanan çeşmenin 1 Eylül 1900'de, Sultan II. Abdülhamid'in 25. cülüs törenine yetiştirilmesi planlanmıştı. Ancak çeşmenin inşası bu tarihe yetişmeyince. II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901'de görkemli bir tören ile çeşmenin açılışı gerçekleşmiştir.
Alman çeşmesi, ne heykelli Avrupa çeşmelerine ne de Osmanlı meydan çeşmelerine benzer. Yüksek bir taban üzerine oturtulmuş, sekizgen planlı bir yapıdır. Su haznesinin üzerinde sekiz sütunun taşıdığı bir kubbe yer alır. Sütunları birbirine bağlayn kemerlerin üzerindeki pandiflerde birer madalyon bulunur. Dördünün içinde yeşil zemine II. Abdülhamid tuğrası, diğer dördünün içinde Prusya mavisi üzerine II. Wilhelm’in simgesi olna "W harfi" altında II sayısı konulmuştur.
Koyu yeşil renkte kolonların taşıdığı görkemli bir kubbe ile örtülü çeşmenin tunç kitabesinde Almanca olarak “Alman Kaiser’i Wilhelm II 1898 yılı sonbaharında Osmanlıların hükümdarı haşmetlü Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı” yazmaktadır.

10 Ekim 2016 Pazartesi

İstanbul


İSTANBUL FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


istanbul, Türkiye'de yer alan şehir ve ülkenin 81 ilinden biri. Ülkenin en kalabalık, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan en önemli şehridir.Şehir, iktisadi büyüklük açısından dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa'da birinci, dünyada ise Lagos'tan sonra altıncı sırada yer almaktadır.
İstanbul Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara kıyısı ve Boğaziçi boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde kurulmuştur. İstanbul kıtalararası bir şehir olup, Avrupa'daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya'daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir. Tarihte ilk olarak üç tarafı Marmara Denizi, Boğaziçi ve Haliç'in sardığı bir yarım ada üzerinde kurulan İstanbul'un batıdaki sınırını İstanbul Surları oluşturmaktaydı. Gelişme ve büyüme sürecinde surların her seferinde daha batıya ilerletilerek inşa edilmesiyle 4 defa genişletilen şehrin[7] 39 ilçesi vardır. Sınırları içerisinde ise büyükşehir belediyesi ile birlikte toplam 40 belediye bulunmaktadır.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395-1204 ile 1261-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yaptı.Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu'na geçtiği 1517'den kaldırıldığı 1924'e kadar İslam'ın da merkezi oldu.
Son yıllarda birbiri ardına ortaya çıkartılan arkeolojik bulgularla insanlık tarihine ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. Yarımburgaz Mağarası'ndan çıkarılan taş aletlerle, ilkel insan izlerinin 400.000 yıl öncesine dayandığı ortaya çıkmıştır. Anadolu Yakası'nda yürütülen kazı çalışmaları ve bunlara bağlı araştırmalar, şehirde tarım ve hayvancılığa dayalı ilk yerleşik insan topluluğunun MÖ 5500'lere tarihlenen Fikirtepe Kültürü olduğunu göstermiştir. Bu arkeolojik bulgular yalnızca İstanbul'un değil, tüm Marmara Bölgesi'nin en eski insan izleridir.[İstanbul sınırları içinde kent bazında ilk yerleşimler ise Anadolu Yakası'nda Kalkedon; Avrupa Yakası'nda Byzantion'dur. Cumhuriyet dönemi öncesinde egemenliği altında olduğu devletlere yüzlerce yıl başkentlik yapan İstanbul, 13 Ekim 1923 tarihinde başkentin Ankara'ya taşınmasıyla bu özelliğini yitirmiş; ancak ülkenin ticaret, sanayi, ulaşım, turizm, eğitim, kültür ve sanat merkezi olma özelliğini sürdüregelmiştir.
Karadeniz ile Marmara Denizi'ni bağlayan ve Asya ile Avrupa'yı ayıran İstanbul Boğazı'na ev sahipliği yapması nedeniyle, İstanbul'un jeopolitik önemi oldukça yüksektir.[Bugün tamamına yakını doldurulmuş olan ya da kaybolan doğal limanları vardır. Bu özellikleri yüzünden bölge toprakları üzerinde uzun süreli egemenlik anlaşmazlıkları ve savaşlar yaşanmıştır. Başlıca akarsular Riva, Kâğıthane ve Alibey dereleridir. İl toprakları az engebelidir ve en yüksek noktası Kartal ilçesindeki Aydos Tepesi'dir. İldeki başlıca doğal göller Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Durusu gölleridir. İl ve yakın çevresinde, Karadeniz ile Akdeniz makro iklimleri arasında geçiş özellikleri görülür. Hava sıcaklıkları ve yağış ortalamaları düzensiz; bitki örtüsü dengesizdir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul

Kuvayi Milliye Anıtı (Manisa)


KUVAYİ MİLLİYE ANITI FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Heykeltraş Prof. Dr. Tankut Öktem, Manisa Valiliği için yaptığı ‘Cumhuriyet ve Atatürk Heykeli’ni Bursa'nın Gemlik İlçesi'ne bağlı Küçük Kumla Beldesi'ndeki atölyesinde 3 yılda tamamladı.
65 metre yüksekliğindeki kaidenin üzerine yerleştirilecek anıtın Türkiye'de ilk, dünyada ise sayılı olduğunu belirten Öktem, ‘‘Uzaktan bakıldığında fonda Türk bayrağı görülüyor. Üzerinde Atatürk'ün 7 metreden yapılan yüzü, zeybek ve çağdaş kıyafetli bir genç kız var. Bu kişilerin elinde zeytin dalı bulunuyor. Bu zeytin dalı Atatürk'ün, ‘Yurta sulh, cihanda sulh' sözünü anımsatıyor. Bu nedenle heykele, ‘Cumhuriyet ve Atatürk Anıtı' adını verdik. Eserin yapımında yapımında 40 milyar lira harcandı. Bu eseri ben para almadan yaptım’’ diye konuştu. 
http://www.isteataturk.com/haber/6289/dumlupinar-zafer-aniti-kutahya

Club Hotel Maxima (izmir)


CLUB HOTEL MAZIMA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İzmir, Özdere mevkiinde bulunan tesis, Adnan Menderes Havalimanı’na 50 km., İzmir şehir merkezine 60 km., mesafede ve denize sıfır konumdadır.
Genel Tesis Özellikleri

246 odalı tesiste, açık yüzme havuzu, su kaydırakları, çocuk havuzu, kapalı disko, açık ve kapalı restoran, Türk hamamı, sauna ve Fransızca animasyon bulunmaktadır.
http://www.touristica.com.tr/club-hotel-maxima

Şirinyer Hipodromu (İzmir)


ŞİRİNYER HİPODROMU FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İzmir Şirinyer Hipodromu İzmir'in Buca ilçesi sınırları içindedir. Adnan Menderes Havalimanı'na 15 kilometre mesafede olup, batısında İZBAN'ın Koşu İstasyonu bulunmaktadır.
Hipodrom arazisi 323.674 metrekare alana sahiptir. Ayrıca 155.440 metrekarelik bir alan içerisinde 1281 ahır ile at hastanesi, 100 araçlık otoparkı, gezinti padoklarının bulunduğu arazi ile toplam 479.114 metrekare alana sahiptir.[1]
Hipodrom içerisinde; 1756 metre kum pist, 1572 metre çim pist, 1345 metrelik antrenman kum pist, 2 adet tribün binası, Yarış öncesi kan alma binası, 2 adet panoramik restoran, 2 adet bahçe restoran, 1 adet kır kahvesi, bir adet VIP restoran, eyerleme mahalli, 1 adet ot yem deposu, 4 adet gezinti padoku, jokey odası, doping kontrol binası, müdürlük binası, garaj ve atölyeler ile 1000 araçlık otoparkı, çocuk oyun bahçesi ve 3 adet toplam 1100 tonluk sulama havuzları bulunmaktadır.
31 Mayıs 2007 tarihinden itibaren, Türkiye’ de ilk kez, İzmir Şirinyer Hipodromu’nda gece yarışları koşulmaya başlanmıştır. Pistler ve padok mahali, aydınlatma direkleri ile ışıklandırılmaktadır. 5 adet midilli atlardan oluşan bir midilli park bulunmakta ve küçük çocuklar ücretsiz olarak parktan yararlanabilmektedir. Pistte bulunan 48 m2 lik bir adet LED ekran ile koşular canlı yayında yakından takip edilebilmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eirinyer_Hipodromu

9 Ekim 2016 Pazar

3.Ahmet Çeşmesi (İstanbul)


ÜÇÜNCÜ AHMET ÇEŞMESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


III. Ahmet Çeşmesi, İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın önerisiyle III. Ahmet tarafından Perayton isimli bir Bizans çeşmesinin yerine inşa ettirilen çeşmedir. Türk rokoko tarzının en güzel örneklerinden olan çeşmenin yapım tarihi 1729'dur. Mimar Ahmet Ağa tarafından yapılmıştır.
Çeşme köşeleri yumuşatılmış dikdörtgen bir plandadır. Köşelerde sebiller bulunan çeşme üzeri ahşap saçaklı bir çatı ile kapatılmıştır. Üst örtüde dıştan görülebilen kubbeler sadece görünüm amacı ile yapılmıştır. On dört kıtalık Kayseri ve Halep kadısı şair Seyyit Hüseyin Vehbi bin Ahmet'e ait kaside, sebillerin ve her kenarda bulunan çeşmelerin üzerine ta'lik hatla yazılmıştır. Üstte mukarnaslı bir kuşak, onun üzerinde de çini bir kuşak yer alır. Bu çiniler hem klasik motifleri hem de lale ve akantüs yaprakları gibi Avrupai motifleri ihtiva eder. Vazo içindeki çiçek motifleri batılılaşma ile Osmanlı bezemesinde görülmeye başlamıştır. III. Ahmet kütüphanesinde de bu çeşmedekine benzer süslemeler yer almaktadır.

6 Ekim 2016 Perşembe

Kadifekale (İzmir)


KADİFEKALE FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Helenistik ve Roma Dönemi Kentinin Akropolü. M.Ö. 334 te Pagos dağı eteklerinde bir tepe üzerinde bulunan kale Anadolu’yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender’in isteği ile yapılmıştır. Bugün Kadifekale olarak adlandırılan Pogos dağının adının antik kaynaklarca Grekçe ’de ‘Tepe’ anlamına gelen  Pagos
    İskender’in Anadolu’ya çıkışı ve Pers egemenliğine son vermesi üzerine bölgede M.Ö. 334-133 arasında Helenistik dönem başlar. Helenler beraberlerinde kendi şehircilik anlayışlarına uygun şehirleşme projeleriyle gelirler. Helenlerin istedikleri Bayraklı Tepekule’de sıkışmış olan Smyrna Kentinin yeniden inşa edilerek Efes, Bergama, Rodos, İskenderiye gibi zamanın ticarette ve liman işletmesinde ileri gitmiş şehirleri ile boy ölçüşebilecek bir şehir düzeyine erişmesidir. Böyle bir şehrin eski İzmir’de kurulması hem konum ile hem de alanın küçüklüğü nedeniyle imkânsız olduğundan, İskender, bugün Kadifekale olarak bilinen Pagos Tepesi ve eteklerine yeni şehri kurmayı düşünür. Efsaneye göre; İzmir’e gelen Büyük İskender, o zaman ormanla kaplı “ Pagos Tepesi “ denilen Kadifekale’de Nemesis Kutsal alanında (İzmirliler çifte Nemesisi yani ikili su perisini kutsal sayarlardı) avlanırken bir ara ulu bir çınarın altında uykuya dalar, rüyasında gördüğü iki Nemesis, İskender’den yeni İzmir kentini uyuduğu tepenin eteklerinde kurmasını ister, uykusundan uyanan İskender, Klaros’un Apollon kâhinine gördüğü rüyayı anlatarak fikrini sorar, kâhin rüyayı tek bir cümlede yorumlar : “ Kutsal Melez Çayı kenarındaki Pagos Tepesi eteklerinde yerleşecek İzmirliler, eskisinden dört kez daha mutlu olacaklardır. “

    Bu yeni İzmir’in kuruluşunda İskender’in Pagos Tepesinde gördüğü rüyanın yorumuna dayanmak yerine, dönemin deniz ve karada gelişen ticari potansiyelinin gelişmesinin dayattığı zorunluluk nedeniyle burada kurulmuş olduğuna inanmak, günümüz için çok daha bilimsel bir yaklaşımdır. Nihayet, rakibi General Antiganos’u M.Ö.302’de öldüren Lysimachos yeni İzmir’in kuruluşunu gerçekleştirir. Şehri Pagos tepesi ile İç Limana bakan yamaçlarda kurmaya başlar. Böylece 400 yıl önce Lidyalıların istilası ile yurtlarından edilen Meles Çayı etrafında küçük köysel yerleşimlerde yaşayan Homeros’un hemşerisi İzmirliler, İzmir’e gelip yerleştiler.

    Smyrna, Kadifekale’de ikinci kez kurulduktan sonra güçlü bir liman kenti olarak öne çıkmış. Helenistik, Roma ve Bizans Dönemleri ile Ortaçağ’da Smyrna; diğer çağdaşı kentlerdeki gibi, Akropol, Tiyatro, Stadion, Bouleuterion, Prytaneion, Tapınaklar, Su Kemerleri, Sur Duvarları, geniş revaklı caddeleri ve tepeden denize doğru uzanan yapı adaları ile canlı bir ticaret ve liman kentiydi. Özellikle Roma Döneminde Küçük Asya’nın en önemli kentlerinden birisiydi. O dönem Strabon Smyrna’yı ‘ İonya’nın en güzel kenti’ olarak anmıştır. Ancak kale Roma Döneminden sonra Ortaçağ’da Timur orduları tarafından tahrip edilmiş, bunu İzmir’deki 1668 depremi izlemiş.

    Kadifekale’den günümüze yalnızca kalenin batısındaki 5 kulesi ile güneyindeki duvarlarının bir bölümü kalmıştır. Bunlara dayanarak kalenin uzunluğunun 6 km olduğu ve sur duvarlarını destekleyen kulelerin 20-25 m. Yüksekliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumdadır. Kale içerisinde ise bir dehliz ve su sarnıcı kalıntısı vardır. Zemin seviyesinin altındaki tonozlu yapılar ve sarnıçlar kalenin zenginliklerindendir. Aralık 1667 ve Mayıs 1668 de İzmir’i ziyaret ettiği bilinen Fransız Robert De Dreux, ‘ Burada (Pagos) çok güzel bir sarnıç gördüm. Sarnıç tıpkı kiliseler gibi tonozlar üzerine inşa edilmiştir.’ Demiştir. Roma Döneminde yapılıp Bizans Çağı’nda yenilenerek kullanıldığı sanılan bu yapıların önemi Smyrna’nın su şebekesinin merkezini oluşturmasından., antik kentin can damarı olmasından ileri gelmektedir. Buradaki sarnıçlara, Şirinyerde’ki su kemerleri yoluyla gelip biriken sular, künk ve kanalizasyon sistemleri ile kentin her yerine dağıtılıyormuş. Zira bu dağıtım ağının örneklerine Agora kazılarında da rastlanmıştır.
     Kadifekale’nin surlarının bir kısmının Çelebi Mehmet tarafından yıkıldığı bilinmektedir. Yalnızca doğu yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar) parçalardan bir, iki adedi Basmane Gar’ından Tilkilik’e uzanan ve Altınpark’a giden yolun başında bulunuyor. Tarihi Kadifekale bölgesinde yürütülen kazı çalışmaları sırasında, M.S. 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kadın başı figürü ile İzmir'deki Türk-İslam dönemine ait ilk camilerden biri olduğu tahmin edilen yapı ortaya çıkarılmıştır. Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kazılarında, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Güney sur duvarları bölümünde sürdürülen kazılara ek olarak yapılan çalışmalarda, 3 noktada kazı çalışması yapılmış ve cami yapısı ortaya çıkarılmıştır. Yrd.Doç. Dr. Akın Ersoy, "Caminin kapısındaki bir kitabe de Evliya Çelebi tarafından okunmuş. 1308- 1309 tarihlerine ait olduğunu Evliya Çelebi bize ifade ediyor. Gerçekten elde ettiğimiz buluntularımız da bize bunu gösteriyor" demiştir. Çalışmalarda, Bizans Sarnıcı içindeki dolgu temizlenmiştir. Kale'deki kazılarda Osmanlı dönemine ait seramik atölyesi buluntuları da elde edilmiş,  
    Yapılan kazılarda, İzmir'in antik çağdan bugüne bir liman ve ticaret kenti olma özelliklerinin net bir şekilde ortaya çıkarılmasının yanı sıra son zamanlarda yapılan çalışmalarla genç Bizans döneminde ve beylikler döneminde İzmir Limanı'nın ne kadar işlek olduğunu gösterir bulgular elde edilmiştir. Ayrıca kazılarda Saruhanoğlu Beyliği'ne ait iki sikke bulunmuş ve bu sikkeler, beylikler arasındaki ticaret ilişkilerini göstermesi açısından çok önemlidir. Çünkü İzmir, Aydınoğulları Beyliğine ait bir toprak parçası. Ayrıca, burada yine 13. yüzyıldan Fransız sikkeleri elde edilmiştir ki bu da Bizans döneminde, henüz Türkler'in bu bölgeye hâkim olmadığı süreçteki ticaret ilişkilerini açıklaması adına güzel bir veridir. Pagos’ta yer alan 16.000 kişilik tiyatronun, kuzeye bakan seyirci tribünü denize karşı romantik ve muhteşem bir manzara sunduğu ve 1638’e kadar tiyatronun duvarlarının ayakta olduğu bilinmektedir.
http://www.kultur.gov.tr/TR,72640/kadifekale.html

Özdere (İzmir)

ÖZDERE FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Tarih sayfaları, beldemizi Hititler döneminde; Kasura, İyonyalılar'da; Dioshieron, Osmanlılar'da; KESRE'ye taşırken , 1960'lı yıllarda şimdiki adı ÖZDERE ile tanışmıştır 
M.Ö. 5000 yıllarına uzanan İzmir Kentinin bir parçası olan Özdere, 28 ulusu bereketli topraklarında bağrına basmıştır. İklimi ve Doğası ile uygarlıkların beşiği olan Ege’nin şirin bir kıyı beldesidir.
Günümüzde, 40 km.lik sahil şeridi ile Ege’nin masmavi sularıyla kucaklaşan Özdere, 55 km.lik alan üzerinde kışın 15.000, yazın 100.000 üzeri nüfusu ağırlar…
İzmir ili Menderes ilçesinin Bakanlar Kurulunca onaylı tek turizm beldesidir. Belde içerisinde irili, ufaklı otel, motel, pansiyonlar ile toplam yatak sayısı 10 bini aşmaktadır. Türk Hava Kuvvetleri ve Merkez Bankası Eğitim Kamplarının yatak sayıları toplamı 3500 civarındadır.
Kalemlik Milli Parkı ise eşsiz güzelliği ile kamping ve günü birlik turizme hizmet vermektedir.
Turizm, halkın en önemli gelir kaynağıdır. Tarım(mandalina), Hayvancılık, Balıkçılık ise diğer uğraş alanlarıdır. İnce kabuğu, çekirdeksiz ve mis kokulu dünyanın en iyi SATSUMA mandalinası, dünya ülkelerinin sofralarını süsler.
Tarihi Ören Yerlerine yakınlığı kadar, Adnan Menderes Hava Limanı, Kuşadası ve Çeşme Deniz Limanlarına yakınlığı Özdere'yi kara ve deniz yolları ile dünyaya açılan bir pencere haline getirmiştir.
Denizi ile, sahili, kumu ile, güneşi, ormanı, havası ile Özdere yaşanılası görülesi bir yerdir…
Günümüz itibarı ile toplam tesisin 100′e yaklaşmış olması , 35 yıllık süreçte 10.000 yatak kapasitesini geçmesi Özdere’yi önemli bir cazibe merkezi yapmıştır. Yöre, gerçek bir doğa cennetidir.
YEŞİLİN VE MAVİNİN HER TONUNU BURADA GÖRMEK VE YAŞAMAK MÜMKÜNDÜR .
Güneşin eşsiz güzellikte batışını , renklerin cümbüşünü , Özdere akşamlarında doyarak yaşayabilirsiniz.
Doyumsuz bir tatil beldesidir Özdere . İster denizine aşık olun , ister ormanına , isterseniz dantel gibi koyları iletertemiz , pırıl , pırıl denizine… Veya ister su altı avcılığına ilgi duyun , ister kara avcılığına . Özdere size göre yaratılmıştır . Her mevsim , her zevke uygundur.
http://www.ozdere.org/

Buca (İzmir)

BUCA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Buca, Türkiye'nin İzmir ilinin ilçelerinden biri olmakla beraber aynı zamanda en kalabalık nüfusa sahip ilçelerinden biridir.
Buca’da antik çağdan bu yana bir yerleşimin olduğu bilinmektedir. 1868 yılında Buca’nın kuzeydoğusunda antik döneme ait büyük bir kadın büstü ortaya çıkarılmış olup, bu büst halen Londra’daki İngiliz Müzesi’nde sergilenmektedir. Buca MÖ.130’ lara uzanan tarihi, birçok uygarlığa tanıklığı ile bir kültür ve tarih beldesidir. Zengin doğa ve kültür mirasını, nüfus artışına ve günümüz yaşam biçiminin ortaya çıkardığı tüm etkenlere karşı koruyabilmiştir. Bu nedenle, bugün Buca’da geçmişten günümüze kadar gelen bir tarihi görüntü sergilenmektedir. Buca’da yaşam, her şeyden önce zengin bir tarih, kültür ve doğa mirası ile iç içe bir yaşam olarak nitelendirilmektedir. Buca, tarihsel geçmişi ile bünyesinde çok önemli ve günümüzde de yaşayan eserler barınağıdır. İlçede yerli nüfus nadiren bulunur. Nüfusun çoğunu Yunan, Boşnak, Arnavut ve Bulgar göçmenleri oluşturmaktadır.[3]
Buca, İzmir'in 9 kilometre güneydoğusunda kurulmuştur. Nif Dağı'nın güney eteklerine yerleşmiştir. Yüz ölçümü 180 kilometrekare, denizden yüksekliği 38 metre olup, kuzeyinde Konak ve Bornova, doğusunda Kemalpaşa, batısında Karabağlar ve Gaziemir, güneyinde Torbalı, güneybatısında ise Menderes ilçeleri bulunmaktadır. Yayvan görünüşlü arazi ile çevrelenmiş olup, çevredeki tepeler, vadiler ve bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir.
Buca düz ve verimli topraklara sahiptir. Tınaztepe, Tıngırtepe, Zeytintepe, Koşutepesi ve Karacaağaç gibi tepeleri de vardır. Nif Dağı’ndan doğan Meles Çayı, Şirinyer’den geçer ve Halkapınar’da denize dökülür.
Buca'ya bağlı, Kaynaklar beldesinin yanı sıra, Kırıklar, Karacaağaç ve Belenbaşı adında üç köyü yeni kanunla birlikte mahalle statüsü kazanmıştır.
znik Devleti Kralı İoyanis'in 1235 yılında Kohi denen ve Kral Yolu yakınında bir yerleşim alanından bahsettiği yerin Buca olarak değiştiği, Kohi adının daha sonra Gonia, Bugia ve Buca’ya dönüştüğü sanılmaktadır. Bizanslılar döneminde ise bugünkü yerleşim yerinde Vuza, Uza ya da Vuzas isimli bir toprak sahibinin yaşadığı, yerleşim yeri isminin değişerek zamanla Buca olduğu varsayımı da vardır. Ayrıca İtalyancada BUCA kelimesi çukur anlamına gelmektedir Buca'nın çukurda kalışı ismin buradan geldiğini kuvvetlendirmektedir.
Buca adı ilk kez 1688 yılında Fransız Konsolosluğu kayıtlarında görülmüştür. Bu yılda bir deprem olmuş, Fransız Konsolosluğu Buca'ya taşınmıştır. MÖ 1102'de Eolyalıların şehri almalarına kadar yerli halkın oldukça rahat bir hayat yaşadığı kabul edilir. MÖ 727 yılına kadar İyonlarla çekişen Eolyalılar, bu tarihten sonra şehri İyonlara bırakmıştır. Bir süre sonra güçlenen Lidyalılar, MÖ 628 yılında İzmir'i almıştır. Bu tarihlerde İzmir şehri dağılmış, halk civarda bulunan küçük yerleşim alanlarına geçmeye başlamıştır. Bu değişim, bugün gördüğümüz İzmir dolaylarındaki birçok yerleşim alanının ilk temellerini atmıştır. Bunlar arasında Buca’yı da sayabiliriz.
Buca’da antik çağdan bu yana bir yerleşimin olduğu bilinmektedir. 1868 yılında Buca'nın kuzeydoğusunda antik döneme ait büyük bir kadın büstü ortaya çıkarılmış olup, bu büst halen Londra’daki İngiliz Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ayrıca Buca ve Kangölü çevresinde Bizans Haçı kabartmaları bulunan sütun başlıkları, antik “ARTEMİS MABEDİ”ne ait olduğu sanılan mermer yer döşemeleri, Forbes Köşkü çevresinde Bizans sikkeleri, Gürçeşme (Kançeşme) yolu üzerinde Roma Kalesi kalıntıları da antik çağda bu yörede gelişmiş toplumların yaşadığını ortaya koymaktadır. İyon saldırısı sırasında Buca’ya yönelen halk, Dereköy, Kangölü ve Kozağacı yörelerine yerleşmiştir. Yakın tarihimizde Buca’nın bir Rum köyü olduğu, aynı dönemde Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, Avrupalı işadamları ile ailelerinin de Buca’da yaşadıkları, bunun beldenin gelişme ve zenginleşmesinde önemli bir etken olduğu belirtilmektedir. Osmanlı Devleti döneminde 1872 yılında Buca'nın ünlü üzümlerini Alsancak Limanı'ndan tüm dünya pazarlarına ulaştırmak için Buca'nın merkezine Buca Tren İstasyonu inşa edilmiştir. İstasyon günümüzde atıl durumdadır ve kullanılmamaktadır.
Buca, Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Hollanda şirketleri ile daha çok ticari ve sınai ilişkiler çerçevesinde oluşan Levanten Grubu’nun sayfiye yeri olarak yerleştiği bir belde özelliğini yakınçağ öncesinde taşımaya başlamıştır.
Buca MÖ 130'lara uzanan tarihi, birçok uygarlığa tanıklığı ile bir kültür ve tarih ilçesidir. Zengin doğa ve kültür mirasını, nüfus artışına ve günümüz yaşam biçiminin ortaya çıkardığı tüm etkenlere karşı koruyabilmiştir. Bu nedenle bugün Buca’da geçmişten günümüze kadar gelen bir tarihi görüntü sergilenmektedir. Buca’da yaşam, her şeyden önce zengin bir tarih, kültür ve doğa mirası ile iç içe bir yaşam olarak nitelendirilmektedir. Buca, tarihsel geçmişi ile bünyesinde çok önemli ve günümüzde de yaşayan eserler barınağıdır. George King Forbes, Gout, Prenses Borghese, Kont Dr.Aliberti, De Jongh, Dimostanis Baltacı Malikaneleri, tarihi İngiliz Protestan Kilisesi, Su Kemerleri, Buca’da yaşamış ve ölmüş birçok ünlü ailelerin mezarları, dar sokakları ve bugün bile birçok mimara ilham kaynağı olan Rum Evleri, ilçeye gelenlerin ilgisini çeken yapıtlardır.
9 Eylül 1922'de İzmir dolayısıyla Buca, Yunanlardan geri alınınca buradaki Rumlar bölgeyi terk etmiştir. 1922 yılına kadar Buca’nın nüfusu genellikle İngiliz, Rum ve Hollandalılardan oluşmakta idi. Buca, Cumhuriyetin ilanından sonra (29 Ekim 1923 - Türkiye'de cumhuriyetin ilanı) çok hızlı bir gelişme göstermiş ve bu dönemde göçmen kitlelerin ilçede yerleşimi devam etmiştir. Buca, 4 temmuz 1887 yılında yürürlüğe giren 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur. Buca, İzmir'in en kalabalık ilçelerindendir.
Buca, bugün nüfus artışı yönünden Türkiye’nin en hızlı gelişen ilçeleri arasında yer almaktadır. Son nüfus sayımına göre 1990 yılında 1980 yılına göre %97’lik artış oranı ile metropol düzeyde en hızlı gelişen ilçe olmuştur. İlçeye göç günümüzde de sürmektedir. 1950’li yıllarda doğudan batıya doğru başlayan göçler, Buca’yı da etkisi altına almıştır. Ayrıca ilçede Evka 1, İzkent, Ege-Koop, Buca Koop konutlarının bulunması ve birçok fakültenin kurulması ilçeye göçü son yıllarda daha da hızlandırmıştır. 1990 yılında 203.383, 1997 yılı itibarıyla 285.250 olan nüfus 2014 yılında 461.761 kişiye ulaşmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Buca

Buca Mevlana Heykeli (İzmir)


MEVLANA HEYKELİ  FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Dünya'nın III. büyük heykeli olan Mevlana heykeli Buca'nın en yüksek yeri olan Tıngır tepe'de, 20 dönümlük arazide, kaidesiyle birlikte 25 mt yüksekliğinde yer almaktadır. Dikildiği tepeyle birlikte yer seviyesinden 75 metre yüksekliğe ulaşan Mevlana Heykeli İzmir'in büyük bir kesiminden görülebiliyor.

İzmirli heykeltıraş Eray OKKAN tarafından yaklaşık 7 ayda hazırlanan heykel çelik konstrüksiyon üzerine fiberglasla şekillendirilerek 25 ton bakırla kaplanmıştır.

Yamaçlarda semazenler yerleştirilen regreasyon alanı içinde ayrıca, kafeterya, yürüyüş yolları ve oturma grupları yer alıyor. Geceleri de lazer ışıklarıyla aydınlatılan Mevlana Heykeli, Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.

İzmir Konyalılar Derneği ile ortaklaşa, semazen gösterileri de düzenlenen mekan Konyalılar vakfı tarafından işletilmektedir.
http://www.buca.bel.tr/Hizmetlerimiz/9/mevlana-heykeli/sosyal-tesisler.html

Sığacık (İzmir)


SIĞACIK FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Sığacık, Türkiye’nin ilk yavaş şehrinin küçük, sessiz ve surlar içindeki egeli bir sahil kasabası. Burası sadece Seferihisar’ın değil, İzmir’in de en renkli semtleri arasında. Son zamanlarda Seferihisar’a yapılan yatırımların en büyüklerine şahit olan Sığacık, gün geçtikçe önem kazanmaya ve Türkiye’nin en sakin kenti ünvanını korumaya ise devam ediyor. Peki bu kenti ziyaret etmek için daha neyi bekliyorsun? Kağıdını kalemini al ve yolculuğa hazırlan!
Sığacık hakkında 4 temel bilgiyi öğren:
Sığacık, Türkiye’nin ilk kale içi yerleşimi ve burada organik yaşamak, kente sahip çıkmak ve onu korumak halk için çok değerli konular.
Sığacık içinde Fast Food zincirleri, sakin şehir ünvanı nedeniyle yer almıyor. Burada tamamen organik besleneceksin.
Sığacık’ı ziyaret etmek için en hareketli gün Pazar günü. Organik Pazar kurulması nedeniyle kent çok kalabalık. Daha sakin bir zamanda ziyaret etmek istiyorsan haftaiçi Pazartesi ve Çarşamba ideal günler.
Ufak bir şehir olmasından dolayı özellikle Pazar günleri otopark sorunu olabiliyor. Mümkünse aracını kente girer girmez gördüğün ilk uygun yere park et ve bu ufak sahil kasabasını yürüyerek gez.
Sığacık, Seferihisar’a 5 kilometre uzaklıkta ve 16.YY’dan kalma kalenin surları içine yapılan bir liman kasabası. Dünya üzerinde kale içi yerleşim yerleri içerisinde de hatırı sayılır bir yeri var. Pazar günleri ayrı bir güzel ve kalabalık olan Sığacık’ta; kalenin surları üzerine vuran tertemiz bir güneş ve karşısındaki yat limanını kuşatan masmavi deniz kalpleri yerinden oynatacak güzellikte. Böylesine güzel havalarda kale içinde oturan ev sahipleri kapı önlerine çıkıp hemen keyif yaparlar, böylece yerel halkla inanılmaz kolay ve samimi bir şekilde kaynaşabilirsin. Meşhur Sığacık Pazarı ise görüp görebileceğin ender organik pazarlardan. Rengarenk bir cümbüşü andıran bu pazaryerinde tüm ege otlarının haricinde; ev yapımı reçeller, baklavalar, börekler, dalından henüz koparılmış meyveler, sebzeler; Sığacıklı teyzelerin, ninelerin elleriyle ördüğü el işleri ve nicesi mevcut.
Sığacık ‘ta hava ve iklim

Sığacık, İzmir’e göre daha ılıman bir havaya sahip. Sert rüzgarların esmediği günler de bir de tepede güneş varsa, kış ortasında yaz keyfi yaparsın. Ancak Sığacık’ı ziyaret etmek için en güzel zamanlar kesinlikle Nisan-Kasım ayları arası. Bu aylarda denize girebilirsin. Fakat Seferihisar’ın meşhur soğuk denizinden kaçmak istiyorsan, Ağustos-Eylül-Ekim ayları su sıcaklığının tavan yaptığı aylar, bu aylarda Sığacık hem sakin, hem samimi olur.
Sığacık Kale İçi listenin başında yer alıyor tabii ki. Birkaç sokaktan ibaret ancak sokaklarındaki sıcacık ortam içinizi ısıtacak. Kale, Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve içerisindeki hayat geçtiğimiz yıl  İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in girişimleriyle yenilendi. Bugün tertemiz sokakları, restore edilmiş geleneksel tarihi binalarıyla göze oldukça hoş görünüyorlar. Burayı gezerken attığın her adımda Ege’nin en güzel sahil kasabalarından birinde olduğunu hissedeceksin.

Pazar günleri kale içinde Sığacık Pazarı kuruluyor; herkes bahçesinde yetiştirdiğini, mutfağında pişirdiğini evinin önüne çıkarıp satıyor. Kimsenin sizi bir şey almak için zorlamadığı bu pazarda, organik lezzetler tadabilir beğendiğin takdirde alabilirsin. Ev yapımı reçeller, börekler ve tatlılar, yöresel sebzeler, ev yapımı şaraplar ve meşhur Ege Otları Pazar’ın en güzelleri.

Kalenin içindeki dar sokaklar en sonunda seni alıp Sığacık limanına götürüyor. Burada kalenin burçlarına çıkıp yukarıdan Sığacık limanına ve kale içinin panoramik görünümünü seyredebilirsin. Fotoğraf çekmek için de en ideal yerlerden biri.

Şarap tanrısı Dionysos’un memleketi olan Sığacık, tarihi zenginliği ile de görülmesi gereken bir yer.  Antik çağda önemli bir yere sahip Ion Antik şehri Teos, burada ve Sığacık’a sadece 5 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Antik kent tahmin edebileceğin gibi kalıntılardan ibaret ancak şehre ait bir yıkık dökük bir agora, akropol, tapınak ve tiyatro ile surları bugün hala görebilirsin. Antik Kenti derleyip toplamak için çalışmalar hala devam ediyor ancak bu antik kent çok büyük hasarlar gördü, depremler yaşadı. Bu yüzden buraya giderken lütfen büyük beklenti ile gitme. Ayrıca girişte anlamsız bir şekilde kişi başı 5 Lira talep edildiğini unutma.
Amacınız Sığacık’ta denize girmek ise, Akkum plajları Sığacık ‘ın altın plajlarıdır. Büyük Akkum plajı masmavi bir deniz, altın sarısı kumları ve mavi bayrağıyla ön plana çıkıyor. Beach Club arıyorsan, Mukka ve Akkum Beach Club tavsiyemiz. Biraz daha sakin ve daha temiz bir deniz arıyorsan da Sığacık ’a 6-12 kilometre uzaklıktaki Akarca Halk Plajı, Gemisuyu Halk Plajı ve Güneşlikent Halk Plajı diğer önerilerimiz. Seferihisar’daki tüm halk plajlarında duş, tuvalet, şezlong ve şemsiye hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilirsin. Ayrıca tüm halk plajlarında kafe ve cankurtaran bulunmaktadır. Ancak bu noktada hemen belirtelim, Sığacık ‘ın denizi inanılmaz soğuktur.

Sığacık’a Eylül aylarında geliyorsan, bilmelisin ki burada Mandalina Festivali düzenleniyor. Pek çok etkinliğe ev sahipliği yapan bu festivalde bol bol mandalina yiyebilir, konserleri dinleyebilirsin.
http://www.bosgezeninboskalfasi.com/sigacik