17 Aralık 2016 Cumartesi

Balıkesir

 Yeni Web Sitemiz Yayında. Görmek İçin Tıklayın

Balıkesir Fotoğraf Albümü İçin Resmi Tıklayın

Balıkesir, Türkiye'nin bir ili ve en kalabalık on yedinci şehri. Marmara Bölgesi'nin Güney Marmara Bölümü'nde, topraklarının bir kısmı ise Ege Bölgesi'nde yer alan ilin hem Marmara hem de Ege Denizi'ne kıyısı bulunur. Türkiye genelinde ise iki deniz ile komşu olan sadece 6 il vardır.[3] İl, Kuzeybatı Anadolu'da bulunmaktadır. Doğusunda Bursa ve Kütahya illeri, güneyinde Manisa ve İzmir illeri ve batısında Çanakkale ili vardır.[4] Ayvalık ilçesinden de Yunanistan'ın Midilli Adası'na komşudur.[5] Büyükşehir statüsünde olan Balıkesir ili, 20 ilçeden oluşmaktadır. Yüzölçümü bakımından en büyük 13. il, 2014 nüfus sayımına göre de 1.189.057 kişiyle Türkiye'nin en kalabalık 17. ilidir.

Tarihte genellikle Misya ve Karesi adlarıyla bilinen Balıkesir yöresi, zamanla Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu, Karesi Beyliği ve Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık olup bamya, börülce, kavun, zeytin, zeytinyağı, kelle peyniri gibi zirai ürünleri ile ayrıca daha çok yerli turizmde öne çıkan sahil kasabalarıyla meşhurdur. Yağcıbedir halısı, kolonyası, kaymaklısı, kozak üzümü, ayvalık tostu, saçaklı mantısı ve höşmerimi diğer bilinen yöresel ürünleridir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın ilk jet üssü olan 9. Ana Jet Üs Komutanlığı ile 6. Ana Jet Üs Komutanlığı Balıkesir'de bulunmaktadır.
Balıkesir, adını günümüzde ikiye ayrılan eski merkez ilçesinden almaktadır. İlin eski adı Karesi olup 24 Ekim 1926 tarih ve 4248 sayılı Kararname ile Balıkesir olmuştur.[6] Balıkesir kelimesinin kökenine dair çeşitli rivayetler mevcuttur. Roma İmparatoru Hadrianus, Balıkesir şehri çevresinde sahip olduğu bir bölgede avcılık yaptığı için Adriyanutere lakabını almıştır. Ardından yine burada bir şato yaptırmıştır. Bu şatonun adı Paleo Kastro olarak bilinmektedir. Balıkesir adının bu kelimeden geldiği düşünülmektedir[7] Paleo Kastro 'nun anlamı ise Eski Hisar 'dır.[8] Bazı kaynaklar Balıkesir kelimesinin Balak Hisar veya Balık Hisar kelimelerinden geldiğini söylemektedir. Eski Türkçede balık kelimesi şehir anlamına geldiği için Balık Hisar kelimesinin anlamı Hisar Şehri 'dir. Fakat Balıkesir il merkezinde hisar veya harabe yoktur. Ayrıca Balıkesir şehrinde Hisariçi Mahallesi bulunmaktadır.[9] Bir rivayete göre bölgeye akın yapan Pers hükümdarı Balı-Kisra'dan gelmektedir. Bazı kaynaklara göre ise balı çok, güzel anlamına gelen Bal-ı Kesr kelimesinden türediği belirtilmektedir.[10] Yeni ortaya atılan bir teze göre ise, Bağıkesir 'den geldiğine yöneliktir. Zira 17. yüzyıla değin şehir merkezinde en önemli tarım faaliyetinin bağcılık olduğu Balıkesir kadı sicilleri ve tereke kayıtlarından doğrulanmaktadır.
Balıkesir genelindeki pek çok höyük, mağara ve düz yerleşim yerlerinde yapılan araştırmalarda bu topraklara MÖ 8000-3000 yılları arası yerleşildiği ortaya çıkmıştır.[12] Havran'a 8 km. mesafedeki İnboğazı mağaralarında Paleolitik, Neolitik ve Kalkolitik devirlerinden kalma kalıntılar bulunmuştur. Babaköy (Başpınar) kazılarında, Yortan mezarlığında, Ayvalık Dikili yolu üzerindeki Kaymak Tepe'de Bakır Çağı'na ait kalıntılar ve yerleşim yerleri bulunmuştur. Bu bölgede ilk defa adı geçen şehir Agiros (Achiraus)'dur. Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra bölgede Karesi Beyliği kurulmuş,[ardından bölge Osmanlı Devleti'nin eline geçmiştir.

Balıkesir Tren Garı

Balıkesir Tren Garı Fotoğraf Albümü İçin Resmi Tıklayın

Balıkesir Garı veya Balıkesir Tren Garı, Balıkesir'de bulunan TCDD'nin sahip olduğu gar. 1912 yılında açılmıştır ve hâlen kullanılmaktadır.
Hem yolcu, hem de yük trenlerinin geçtiği garda; 2 ray ve 2 platform bulunmaktadır. Gardan, birçok hatta çalışan trenler geçmektedir.

Şeyh Lütfullah Camii (Balıkesir)

Şeyh Lütfullah Camii Fotoğraf Albümü İçin resmi Tıklayın
Şeyh Lütfullah Camii: Balıkesirin manevi bekçilerinden Şeyh Lütfullah tarafından 1429 tarihinde yaptırıldı Orijinal haliyle günümüze gelemeyen cami, 1907’de yenilenmişdir Bahçesinde kendi mezarı olmak üzere 100 civarında mezarın bulunduğu cami, Balıkesir’in önemli tarihî eserlerindendir

Şeyh Lutfullah’da veliler velisi Hacı Bayram-ı Veli’nin ünlü  talebelerinden ve müridlerinden birisidir. Balıkesir ve civarının mânevi mimarlarının başında gelmektedir. Kendi adıyla anılan Balıkesir’deki Lutfullah Camiinde medfundur.
Şeyh Lutfullah’ın mezar taşına yazılmış olan manzumeden İskendiyar oğlu  neslinden geldiği, Karesi’de doğduğu  belirtilmektedir.

Mezar taşındaki manzume aynen şöyledir:

“Kimine mülk verir kimine velilile verir Hz. Allah
Burada yatan veli İskendiyar oğlu neslinden Şeyh Lutfullah
Karesi’de doğup ilmi irfanı orada yapmıştı tamam
Büyüklerin dileğiyle Ankara’ya gidip yaptı bir hamam
Faziletli, duygulu, işbilir, cömert bir zattı; açıktı eli
Kendisini Ankara’dan tanımıştı Hacı Bayram-ı Veli

Hacı Bayram’la beraber geldiler Karesi’ye
Hacı Bayram kendisini kemâle erdirirsin diye
Hacı Bayram’ın Balıkesir’de vekili oldu
Bu mâna gülü burada açtı, burada soldu
Halifelik devri rastlar 1404 ile 1421 yılına
Allah ne isterse onu ikram eder kuluna”

Bu manzume de göstermektedir ki, Şeyh Lutfullah 17 yıl Hacı Bayram’ın vekilliğini yapmıştır. 1404 tarihi ile 1421 tarihleri arasında, Balıkesir ve çevresinin aşk, feyz ve gönül ırmağı olarak, nice insanı bağrında yumuş, arıtmıştır. Nice gönül ilâhı sevda ile alev alev yakmış ve yandırmıştır.
O yıllarda Karesi adı, Balıkesir’in adıdır. Karesi toprağı Hacı Bayram’ın ilim ve iryadını arar, sorar olmuştu. Hacı Bayram’ın ünü köy köy, belde belde söylenip durmadaydı. Pozitif bilimleri hemal etmiş olan Lutfullah, manânın kaynağına gitmeliydi. Gitti Ankara’ya vardı. Hacı Bayramın dergâhına. Orada diz çöktü, nefsini yıktı,toz etti.  Manâ ilminin merdivenlerini birer birer adımladı. Bulutların üzerine çıktı. Topukları toz toprakta, alnı ve beyni bulutların üstündeydi. “Ankara’da bir hamam” yapmanın manâsı da, içini,yüreğini, gönlünü beynini o büyük Veli’nin gösterdiği metodla yuyup, yukarı arıtmasıydı. Yani, tasavvuf ehli olmalıydı.
Şeyh lutfullah’ın oğlunun adı Bahaüddin Efendi’dir. Oğlu da Bayramî erenlerindendi. Babaüddin’in oğlu da Muhittin Mehmet Efendidir.
Şeyh Lütfullah’ın oğlu Bahaüddin Şakayık adlı esere göre Hacı Bayram Sultan hazretlerinin veliliğini, tacını giyerek ve son nefesine kadar o tacı çıkarmayarak yapmıştır. Son nefesini verdiğinde Hacı Bayram eserlerinden olduğunu simgeleyen tacı başı üzerindeydi.

Smyrna - Bayraklı Höyüğü (İzmir)


Smyrna - Bayraklı Höyüğü Fotoğraf Albümü İçin Resmi Tıklayın


Bayraklı'da yer alan höyük, Smyrna’nın ilk kurulduğu yerdir. Bayraklı Höyüğü (İÖ 3. bin-300) kayalık bir tepe ve üzerindeki yerleşme tabakalarından oluşur. Burada ele geçen en erken buluntular İÖ 3. bine ait seramik parçalarıdır.  İlk yerleşme Eski Tunç Çağı’na aittir. Tunç Çağları'ndaki yerleşmeler höyüğün küçük bir bölümünü kaplıyorken, Hellen çağlarında yerleşim, bugün modern duvarlarla çevrili sit alanının çok daha dışına taşmaktadır.
Buradaki ilk bilimsel çalışmalar Profesör Ekrem Akurgal tarafından İngiliz-Türk üyelerden oluşan bir heyet ile 1948-1951 arasında gerçekleştirilmiştir. 1966 yılında tekrar başlayan kazılar 1966-1992 arasında Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından yapılmış ve 1993’ten itibaren de Prof. Dr. Meral Akurgal tarafından sürdürülmektedir.

Smyrna Kenti höyük üzerinde İÖ 11. yüzyılda bir Aiol kenti olarak kurulmuş ve İÖ 1000-300 arasındaki 700 yıllık süreç içerisinde gelişmiştir.

İÖ 11. ve 9. yüzyıllar arasında tek odadan oluşan bahçe içinde evlerle Smyrna, köy düzeninde bir yerleşmedir. Planı ve tarihi kesin olarak bilinen Batı Anadolu’nun en eski evi buradaki Oval Ev’dir.

Eski İzmirliler kentlerini, İÖ 9. yüzyıldan itibaren kerpiç tuğlalarla örülmüş bir sur ile korumaya başlamışlardır.

 İÖ 9. ve 8. yüzyıllardan itibaren bir kent-devlet kimliğini taşıyan Eski İzmir’i Basileus adı verilen bir bey idare etmekteydi. Homeros’un İlias’ta bahsettiği gibi burada da halkın başta gelen geçim kaynağı tarımdı. Küçük Yamanlar Dağı’nın eteklerinde ve ovada oturan halk toprak işliyor, bağcılık, zeytin ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Her aile kendisi için gerekeni üretiyordu. Bu nedenle ticaret henüz gelişmemişti.

Smyrna’da özellikle İÖ 750-550 tarihleri arasında, mimarlık alanında büyük bir atılım gerçekleşir. Aiol düzenindeki sütun başlıkları ile Anadolu’nun en eski Athena Tapınağı burada inşa edilmiştir. Athena Tapınağı (İÖ 725 – 546) Aiol düzeninde 6 x 10 sütunlu bir peripterostur. MÖ 546’da olagelen Pers saldırısı ile tapınak işlevini yitirir. Bu tarihten sonra kullanılmamıştır. Athena Tapınağı’nın güneydoğu köşesinde bir tapınak yapısının temelleri daha vardır.

İÖ 650-546 tarihlerinde Aiolis Bölgesi'nin önemli bir yerleşmesi olan Smyrna bu süreçte görkemli taş surlar ile çevrilidir. Ege’deki Aiol ve İon yerleşmeleri içerisinde mükemmel taş işçiliğiyle yapılmış en güzel ve en eski sur örneği (İÖ 7.yy ilk yarı) Smyrna Kenti’ni kuşatır. Surun kuzeydoğu köşesinde kentin girişi yer alır. İÖ 6. yüzyıl başlarında Arkaik surun dışına ikinci bir sur daha inşa edilmiştir. Her iki surun arasında İÖ 7. yüzyıl sonu ve 6. yüzyıl ortası arasındaki kısa dönemde kullanılan bir gömü alanı vardır.

Höyüğün güneydoğu köşesinde hem kente, hem de kent dışına hizmet veren anıtsal çeşme (İÖ 7. Yy. Son dörtlük) yapısı yer alır. Bindirme tekniğinde andezit taştan inşa edilmiştir. Çeşme, yapım tekniği ve anıtsal binası ile Adalar ve Yunanistan da dahil olmak üzere Batı Dünyası’ndaki bu tür mühendislik yapılarının günümüze kadar korunmuş şimdilik en erken ve en eski örneğidir.

İÖ 7. yüzyılın ikinci yarısında ev mimarisi gelişme gösterir. Evlerin hepsi megaron türünde yapılardır. Toplantı Megaronu ve Çifte Megaron bunların en güzel örnekleridir. Bunlar Doğu Helen mimarisinin ünik eserleridir.

Bu arada Smyrnalı’lar tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine katılırlar.

Smyrna’nın İÖ 7. yüzyıl sonundan itibaren İÖ 4. yüzyıl da dâhil olmak üzere kullanılan, bir ana caddesi ve bu caddeye dik olarak ulaşan birbirlerine paralel sokakları vardır. Eski Smyrnalı mimarlar Batı Dünyası'nın ilk ve en eski geometrik dokulu, ızgara biçimli kent planını burada geliştirmişlerdir.
 Bu bağlamda Smyrna, gün ışığına çıkarılan surları, çok odalı banyolu evleri, kutsal yapıları, anıtsal çeşmesi gibi önemli kalıntıları ve geometrik dokulu kent planı ile Batı Anadolu’nun Arkaik Dönem arkeolojisi için ideal bir kent örneğidir.

Smyrna Kenti İÖ 546 tarihlerindeki Pers saldırısı ile bir duraklama sürecine girer. İÖ 400-330 tarihleri arasında kent yeniden canlanıp gelişmeye başlar. İÖ 5. yüzyılda höyük üzerinde küçük ancak zengin bir yerleşme vardır.

İÖ 4. Yüzyıl yapı katında üç büyük yapı kompleksi yer alır. Evler, ortada bir avlu etrafına dizilmiş odalardan oluşur. İÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yoğun iskân gören Smyrna, bir kral ya da bir tiran tarafından demokratik olarak idare edilmiştir.

İÖ 4. yüzyılın sonlarına doğru yeni Smyrna Kenti, antik kaynaklardan da bilindiği gibi körfezde, Bayraklı’dan 20 stadion uzaktaki Pagos’ta (Kadifekale) kurulur.

Kaynak: Prof. Dr. Meral AKURGAL

Dokuz Çeşmeler (İzmir)

Dokuz Çeşmeler Fotoğraf Albümü İçin resmi Tıklayın

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi yanı 30 Sokak No: 5 de yer alan çeşme günümüzde kullanılmamaktadır. Buradaki semte ismini vermiştir. Dokuzçeşmeler mevkii diye adlandırılmıştır.
Sekizgen olarak yapılan çeşmenin üst örtüsü kubbedir. Sekizgen planlı olan çeşmenin her cephesi sağır kemerlerle hareketlendirilmiştir. Her bir cephe iç içe yuvarlak kemerleri taşıyan ayak kısmı kalın paye şeklinde yapılmıştır. Duvar nişleri içinde dört tarafında ayna bölümü görülmekte ve buralarda ayrıca musluk yeri bulunmaktadır.
Çeşmenin bir yüzünde kitabesi vardır, fakat çeşmenin tamamı kireçle boyandığı için bu kitabenin üzeri de boyanmıştır. Kafe bahçesi gibi bir parkın içinde bulunmaktadır.

Protestan Baptist Kilisesi - Buca (İzmir)

Protestan Baptist Kilisesi Fotoğraf Albümü İçin Resmi Tıklayın

All Saints British Protestan Kilisesi, İzmir Türkiye'de Buca civarında yerleşik bir tarihi hazinedir. Orada yaşayan ve çoğunluğu İngilizlerden oluşan bir göçmen topluluğu tarafından 1838 yılında yapılmıştır.Binanın kendisi, klasik bir İngiliz cemaat kilisesi stilindedir.Taban planı bir haç şeklinde olup seksen yıllık hâlen çalışamaz durumda olan bir orga sahip bulunmaktadır.

1961’de Buca Belediyesi’ne devredilmiştir.1961 yılından 1991 yılına kadar nikah salonu, belediye meclis salonu ve emlak vergi dairesi olarak kullanılan Protestan Kilisesi, 25 mart 1991 tarihinde Buca Kültür Sanat Merkezi haline dönüştürülerek hizmete açılmıştır. Protestan Kilisesi’nin, Buca BelediyesiKültür Sanat Merkezi olarak hizmete girmesiyle birlikte ilçenin kültür ve sanat yaşamına gözle görülür bir canlılık gelmiştir. 2001 yılında yapılan kilise bir protokolle restorasyon geçirerek tekrar Protestanların ibadetine açılmistır.

Kilise Binası 1834 yılında Protestan Anglikan kilisesi olarak hizmete açılmıştır.Kilise binası şafel “chpel” şeklinde küçük köy kilisesi olarak yapılmıştır 1865'te.Osmanlı Padişahı Abdülaziz hanın fermanıyla kilise binası yenilenmiştir.


Ufak ölçekteki bu yapının karakteristik bir konstrüksiyonu vardır. Haçvari planın bir ucunda koro ve kilise mihrabı karşı ucunda giriş ve vestiyer, diğer uçlarda org yeri ve rahip odası, bu odanın altında merkezi ısıtma tesisatı bulunmakta, merkez holünün iç kubbesi ilginç geometriye dayalı bir ahşap konstürsiyon sergilemektedir. Kilisenin neo-gotik pencerelerindeki sanatsal değer taşıyan renkli cam vitrayları 1961 yılında Alsancaktaki Protestan St. John Evangelist şapeline nakledilmiştir.
1961 yılında Türk Protestan cemaatinin ibadet ihtiyacını karşılamıştır.Bu tarihten sonra kilise müştemilatını belediyeye devretmiştir. Buca Belediyesi kilise binasını 2001 yılına kadar kültür merkezi olarak kullanmıştır.
Türk Protestan cemaati ibadet ihtiyacı için resmi makamlardan aldığı izinle 2001 yılında Buca Belediyesi ile yaptığı protokolde bina asli görevine geri dönmüştür.


Org üzerindeki yazı
T.B OWENRees ESQ.R Mrs.Rees As a Thanks
Ailemizi I. Dünya Savaşında koruduğunda ve aile fertlerimizden hiçbiri ölmediğinden dolayı organizasyonu tanrıya armağan ediyor.

13 Aralık 2016 Salı

Tatlısu Köyü - Erdek (Balıkesir)

TATLISU KÖYÜ FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Tatlısu  Köyü ( Mahallesi )   ,  Kapıdağ Yarımadası' nın eteklerinde , antik Kyzikos'un komşusu; Arganot Gemicilerinin  altın postun peşine düştükleri ,  belkide kumsalında kamp ateşi yaktıkları kadar eski bir coğrafyanın eşsiz yerleşimlerinden biridir.

Tarihi boyunca ilk yerleşimcileri Kyzikosluların , Rumların , Ermenilerin, Osmanlıların ve Türklerin  konuk olup yurt edindiği bu coğrafyanın biz son yurtaşları ve ev sahipleri olarak sizlere tanıtıyoruz . Yaşadığımız bu toprak sanki ezelden beri bizimmiş gibi sahiplendiğimiz bir yerken , aynı zamanda tüm kültürlerle kardeşliğimizide perçinleyen bir geçmişin sahibidir .
Adını köyün meydanında ve birkaç noktasında bulunan Kapıdağ' ın derinliklerinden gelen taze ve serin kaynak suyundan alıyor. Bu su çevre yerleşim yerlerinden gelenlerin de rağbet ettikleri bir su.

Tatlısu'nun  bugünkü yerleşimi , anlatılanlara ve bulunan kaynaklara göre 1720'li yıllarda Orta Ermenistan'dan gelen 60 kişilik bir topluluk tarafından bugün bulunduğu yer üzerinde kurulmuş.

Bu dönemde tüm Kapıdağ Yarımadası Rum köylerinden oluşurken yalnızca Tatlısu , eski adıyla Ermeni Köyü , Ermenilerden  ve Hamam Köyü   Türk köyü olarak kurulmuştur . 1923 yılında yapılan Trakya'daki Türklerle Turkiye'deki Rumların değişimini öngören anlaşma gereği bugünkü halkı göçmen ( mübadil )  olarak buraya yerleşmiş. Bu nedenle köyün ismi eski yaşlılar arasında geçtiğimiz yıllara kadar Ermeni Köyü olarak da anılmış. Köyde o günlerden kalma eski yapılar maalesef yıkılmış ve yok olmuş.

Köyün gelenek, görenekleri ,  yemekleri  yöresel ve bölgesel karakteristikleri yansıtmaktadır . Yaz aylarında bir sayfiye yeri olması dolayısıyla oluşan kalabalık nüfus,  Tatlısu'yu  hareketlendiriyor.

Tatlısu'nun sahil bandında ki çay bahçeleri  yaz - kış açık. Dalgakıranının çevirdiği iskeleyi, denizi, iskelede bağlı bulunan balıkçı kayıklarını, çocukların deniz keyfini ve Bandırma'yı uzaktan serin çınar ağaçlarının gölgesinde izleyebilir, taze çayınızı yudumlayarak seyre dalıp huzur bulabilirsiniz.

Tatlısu'da yemek ihtiyacınızı karşılayacak alternetiflere sahip birkaç adet  restoran da  bulunuyor.  Sabah saatlerinde iskeleye gelirseniz balıkçılardan taze  mevsim balıklarını satın alabilirsiniz . Köyün/ mahallenin  etrafında bulunan küçük koylarda  sayfiye evleri  dikkat çeker ,  buralarda konaklayanlara hizmet için küçük  bakkal , market , çaybahçeleri ve restaurantlarda yer alır .

Şahindere Kanyonu - Altınoluk (Balıkesir)

ŞAHİNDERE KANYONU FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Kazdağı Milli Parkı içinde bulunan Altınoluk Şahin deresi kanyonu Kazdağılarından almış olduğu tertemiz, çam ve kekik kokulu havayı Edremit körfezine dağıtırken aynı zamanda denizden almış olduğu iyotlu,yosun kokulu havayı dağlara doğru taşımakta, doğal bir körük vazifesi görmektedir.
                    Kısaca  Şahinderesi kanyonu Edremit körfezinin bacası gibidir. Bu hava dolaşımından olmalı ki etrafı çeşitli endemik bitkilere  ve yüzlerce farklı türde hayvanlara yaşam imkânı sunmaktadır. Kanyonun uzunluğu 26 km yüksekliği ise 600-700 metrelere kadar çıkmaktadır.
                   Şahinderesi kanyonunu görmek için gelmek isteyen doğa severlere tavsiyem bu bölgede Alan Kılavuzu almadan gezmemeleri izinsiz gezmek hem yasak, hemde oldukça tehlikeli olabilmektedir.
Ayrıca 26 km uzunluğundaki kanyonu gezmek için Edremit Milli Parklar Mühendisliği ya da Zeytinli Kazdağı Milli Parkı Ön Tanıtım Bürosundan izin ve Alan Kılavuzu almak gerekmektedir.

Ocaklar , Erdek (Balıkesir)

OCAKLAR FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Ocaklar, Balıkesir ilinin Erdek ilçesine bağlı bir beldedir.
Erdek'in kumsalı ve tatil mekânlarıyla ünlü mesire yeri ve beldesidir. Ocaklar Beldesi, bilinenin aksine Bandırma'ya değil, Erdek ilçesine bağlıdır. Erdek'in 5 km kuzeyinde, 2.365 nüfuslu turistik bir beldedir. Belediye teşkilatı, 24 Nisan 1999'da kurulmuştur. "Ocaklar" adını, beldenin dağlık kısımlarında bulunan granit taş ocaklarından alır.
Belde denizi nedeniyle yaz sezonunda büyük bir hareketlilik kazanır. Sahil şeridinde lüks oteller, eğlence mekânları ve çay bahçeleri bulunur. Ulaşım, yaz sezonunda yarım saatte bir, kışın da saat başı olmak üzere, Erdek minibüsleriyle sağlanır. Ekonomi çoğunlukla; zeytincilik, balıkçılık ve turizme dayanır.

1924 ten önce Rumların yaşadığı köy, Gonia adıyla bilinir.
Ocaklar beldesi; Erdek'e 5, Bandırma'ya 27, Gönen'e 60, Susurluk'a 67 km mesafededir.

Kapıdağ Yarımadası'nın batı sahilinde yer alan Ocaklar'ın kuzeyinde 774 metre yüksekliğinde Yataktepe, doğusunda KurukayaTepe, Dikilitaş, Dumanlı Tepe, Kaletepe ve Çift çınar, güneyinde Tumba Tepe bulunur. Denize dökülen Turluk ve Kirazlı Derelerinin yaz mevsiminde suları oldukça azalır. Toplam 3 kilometrelik sahili bulunmaktadır.
Temizliğinin en önemli nedenleri, denize atıkların bırakılmaması, çevrede sanayi tesislerinin olmaması, belediye temizlik birimi ve kara'dan denize esen poyraz sahili süpürürken, denizde oluşabilecek doğal kirlenmeleri de alıp götürmesindendir. Deniz kirlilik sınırı maksimum MPN (Most probole nunber) :1000 olduğuna göre, Ocaklar da bu sınır 1999 yılında yetkililerce MPN:30 olarak belirlenmiştir.[kaynak belirtilmeli] Tuzluluk oranı iki dere sayesinde max. %20 civarındadır. [kaynak belirtilmeli]Sığlığı sayesinde yüzme bilmeyenlerin bile rahatça denize girebildikleri koyda her türlü su sporlarını yapmakta mümkündür. Rüzgar sörfü ve amatör olta balıkçılığı için de uygun alanlardan birisidir.
Ocaklar'da yıllık ortalama sıcaklık 15 derece civarındadır. En sıcak ay Temmuz, 25 derece civarındadır. Gündüz sıcaklık, zaman zaman 30 dereceye çıkar. Aşırı sıcakların fazla olmaması Ocaklar'ı yaşanacak ideal yerler arasına sokar. Hakim rüzgar poyrazdır. Bu yüzden deniz, kıyıda oldukça sakindir. Nem oranı yıllık %50 civarındadır. Yağış en fazla kış mevsiminde yağmur olarak düşer. Yaz mevsimine düşen yağış oranı %8 dir. Kar yağışı oldukça azdır. Sonuç olarak ılık Akdeniz iklimi bölgeye hakimdir.

Manyas Kuş Cenneti (Balıkesir)

MANYAS KUŞ CENNETİ FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Kuşcenneti Millî Parkı; Marmara Bölgesi’nde, Balıkesir ili içerisindeki Manyas Kuşgölü’nün kuzeydoğusunda yer alır. Manyas,Gönen,Bandırma arasındadır.
Milletlerarası düzeyde önem taşıyan milli parktaki kuş zenginliği ve milli park tanımı içindeki başarılı koruma uygulaması nedeniyle, 1975 yılında Avrupa Konseyi’nce A sınıfı Avrupa Diploması verilmiştir. 1981-1986-1991 ve 1996 yıllarında bu diploma yenilenmiştir.

Ülkemizin doğal güzellikleri arasında ayrı bir yeri olan Bandırma Kuşcenneti Milli Parkı, Kuşgölü’nün kuzeydoğu kıyılarında yer alır. Bandırma-Balıkesir karayolunun 15. kilometresinden güneye sapan 3 kilometrelik bir yolla Kuşcenneti’ne ulaşılır.Resmi Gazete ile sınırları genişletilerek 24047 ha ulaşmıştır.Kuşcenneti’nin “Milli Park” olarak ayrılmasının tek nedeni, barındırdığı kuş topluluklarıdır. Kuşcenneti Ülkemizdeki milli parklar içinde en küçük olanıdır. Küçüklüğüne rağmen,Kuşcenneti en çok ziyaretçi çeken milli parklarımızdan birisidir. Bandırma Kuşcenneti’nin bugünkü yeri Prof.Dr. Curt Kosswig ve eşi Leonore tarafından 1 Nisan 1938 tarihinde keşfedilmiştir. Buraya “Kuşcenneti” adını veren Kosswing’in çalışmaları sonucunda doğayı sevenler arasında bu güzel cennetin değeri kısa zaamanda anlaşılmış, 1952 yılında ise İ.Ü. Hidrobiyoloji Enstitüsü tarafından buraya bir inceleme istasyonu kurulmuştur.

Erdek (Balıkesir)

ERDEK FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Balıkesir ilinin ilçesi olan Erdek, Marmara Bölgesi'nin Marmara Denizi’ne doğru uzanan Kapıdağ Yarımadası’nda Erdek Körfezi’nde yer alır. Türkiye'nin ilk sayfiye yerlerinden birisidir.

Eski adı Arktonnesos olan Kapıdağ yarımadasından oluşmaktadır. Kuzey ve batı çevresinde Marmara ilçesine bağlı Marmara Adaları bulunmaktadır. Ancak Paşalimanı Adası Erdek'e bağlıdır. Bölgede ılıman Marmara iklimi görülür.

Erdek, antik kentleri, Açık Hava Müzesi, temiz denizi ve kumsalı ile bir turizm merkezidir.
Erdek tarihte Artake adıyla tanınmaktadır. Bu isimlere bakarak ilçenin Sitler tarafından kurulduğu söylenebilir. Ancak Erdek tarihi milattan önce 5400'lü yıllara dayanır. Artake sitlerin efsanevi krallarından biridir.

Erdek'in önünde bulunan ve günümüzde Zeytinlik olarak bilinen ada Artake ismi ile tanınıyordu. Ayrıca karşısındaki tepe üzerindeki antik kente de bu isim verilmişti.

Artake sözcüğü MÖ 2000'lerde yaygın bir dil olan Luwi dilinden gelirse de anlamı bilinmiyor. Artake'nin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu hakkında da bilgi yok. MÖ 8. yüzyılda Miletoslu göçmenler burasını ele geçirerek Hellenleştirmişlerdir.

Byzantionlu Stephanos,Timosthenes isimli bir İlk Çağ tarihi yazarının Artaka'nın Kyzikos'ta bir dağ ve önündeki adacığın ismi olduğunu yazdığını ileri sürmüştür. Plinius da bu adanın ismine Artacaeon olarak değinir. Bunların dışında Artake ile ilgili belirgin bir bilgi yoktur.

Miletos önderliğinde başlatılan Batı Anadolu ayaklanmasına katılan kentleri cezalandırmak için Perslerin gönderdiği donanma diğer kıyı kentleri gibi Artake'yi de talan etmiş,yakıp yıkmıştır. Buradan kaçan halk da günümüzdeki Erdek'in olduğu yere kaçarak oraya yerleşmişlerdir. Ortaçağ da Artake bir ara canlı bir kent konumuna geçmeye çalışmışsa da sonuçta her zaman yakınındaki Kyzikos'a bağımlı kalmıştır. Artake'den, geçirdiği yangın ve depremlerden dolayı günümüze hiçbir tarihi kalıntı ulaşamamıştır.

Tarih çağlarında Artake’den ilk söz eden Herodot olmuştur. Artake MÖ 7. yüzyılın başında Miletoslular tarafından kolonize edilmiş, MÖ 361 yılından önce bütün Kapıdağ ile birlikte Kyzikos’un egemenliğine girmiştir. Helenistik çağ boyunca sürekli olarak yükselip parlayan Kyzikos’un yanında gittikçe önemini yitiren Artake, Roma döneminde de bu sitenin bir dış mahallesi durumuna düşmüştür. Bizans çağıyla beraber limanları ihmal edilen ve depremlerle yıkılan binalarının taşları yağma edilen Kyzikos’un gerilemesiyle giderek gelişmeye başlamış ise de Kyzikos’un ününe yetişememiştir. Tarihçi Herodot iktisadi durumunu da ele alarak üzümünü, şarabını, zeytin ve zeytinyağını methetmiştir.

Artake 1339 yılında Orhan Gazi’ nin oğlu Süleyman Paşa tarafından fethedilip Türk egemenliğine geçmiştir.

Osmanlı döneminde ise Erdek'in en güzel en açık bir şekilde Evliya Çelebi'nin Seyahatname isimli eserinden öğreniyoruz. 1639 yılında Erdek'e iki kez gelen Evliya Çelebi Erdek'in tahtanı ve fevkanı iki katlı evlerinde, hanları hamamları, dört mihrap camilerinden 25.000 dönüm bağlarından misket üzümünden dokuz çeşit şarabından bahseder. Yine Evliya'nın ilginç bir anısında bugün Erdek limanında bulunan küçük Zeytinli Ada ile ilgilidir. Evliya Çelebi Zeytinli Adası ile ilgili şöyle bahsediyor:
« Bu Erdek'in karşı garbında bir mil bait derya içere taam sofrası kadar bir yerde kaynar bir ılıca suyu vardır ki Adem içine girmeyi tahammul edemeyip deryaya karıştığı yerde gusul ederler. İki türlü hasai kudret bireşince gusul edenler hayati cavidani bulurcasına memnun ve sıhatül vücut olurlar. »
satırları ile Zeytinli Ada'daki şifalı sulardan bahsediyor.

1891 yılı Osmanlı nüfus sayımına göre Erdek'te yaşayan kişi sayısı 33.007 kişidir. Bunların büyük çoğunluğu (%89) Rumlardan oluşmaktadır (29.165 kişi). Erdek'teki Türk nüfusu ise 3.070 kişidir (%9). Erdek merkez nüfusunun %91'i Hristiyanlardan oluşmaktaydı.

1807’de de Karesi Sancağına bağlanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına kadar bu sancağa bağlı bir kaza olan Erdek (Bu tarihlerde Bandırma, Erdek kazasına bağlı bir bucaktı), daha sonra 1930'lu yıllara kadar Bandırma'ya bağlı bir bucak haline geldi ve bu tarihte ayrı bir ilçe merkezi oldu. 1980'de 10.000 olan nüfus, 2000'de 20.000'e ulaşmıştır.

1924 Mübadelesiyle Rumların boşalttığı Erdek merkeze ve köylere Selanik'e bağlı Karacaova (Karacaabat) ve Kavala Pomakları Giritli ve Boşnak göçmenler yerleştirilmiştir.

Değirmenboğazı Tabiat Parkı (Balıkesir)

DEĞİRMEN BOĞAZI FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Piknik alanı, Balıkesir- Bursa karayolunun 10. kilometresi üzerinde bulunmaktadır. Toplam alanı 250 hektardır. Sahada;  girişte satış standları, içeride kır gazinosu, kafeterya, büfe, çocuk oyun alanları basketbol sahası ve otopark bulunmaktadır. Piknik alanı çam, servi, sögüt, gibi 52 tür ağacı bünyesinde barındırmaktadır.

21 Kasım 2016 Pazartesi

Sedef Adası (İstanbul)

SEDEF ADASI FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Sedef Adası, İstanbul'da bulunan Adalar'ın yerleşime açık olan en küçük adası.
İdari bakımdan Büyükada Maden Mahallesi muhtarlığına bağlıdır. 1.300 x 1.100 metre büyüklüğündedir. Üzerindeki bitki örtüsü uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için Sedefadası adı verilmiştir. Eskiden tavşanı bol olduğu için Tavşanadası adı da kullanılmıştır. Eski adı Terebinthos'tur. Adanın arka tarafından yerleşik olmayan Tavşan (Balıkçı) Adası ve Büyükada görünebilir.
Sedefadası da, diğer İstanbul adaları gibi Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Adanın en önemli sürgünlerinden biri, miladi 857 yılında adaya gönderilen Patrik Ignatios'tur. Ignatios, 10 yıl adadaçeşitli işkencelere maruz kalarak yaşadıktan sonra, 867 yılında yeniden patrik seçilmiştir.
Fethi Ahmet Paşa'nin torunları, adayı seçkin insanların yaşadığı bir yerleşim yeri yapmaya çalışmış, bu amaçla bir konut kooperatif kurmuş, binlerce ağaç diktirmiş ve villalar inşa ettirmişlerdir. Kooperatifleri inşa eden mimar Tarabya Oteli'nin mimarı Kadri Eroğan'dır.
Ada, 1850'de Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa'nın mülkiyetine geçmiş, paşa adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yetiştirmiştir. Paşa'nın ölümü üzerine ada bakımsız kalmış, 1. Dünya Savaşı sırasında da adanın tüm ağaçları kesilmiştir. İstanbul'un işgali sırasında müttefiklerin eline geçen Yavuz Zırhlısı uzun süre buraya demirlemiştir.

Sivri Ada (İstanbul)

SİVRİ ADA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Sivriada, Marmara Denizi'nde, Hayırsızadalar'ın İstanbul'a en yakın, Adalar'a en uzak ve en batıda olanıdır.
Piramide benzeyen sivri bir kayalıktan oluştuğu için Sivriada diye tanınır. Eski adı, yine "Sivri" anlamına gelen Oxia'dır (Yunanca: Οξειά). Çok küçük bir ada olan ve denizden çıkan bir dağın sivri ucu olan Sivriada'nın zirvesinin deniz seviyesinden yüksekliği 90 metredir. Kendisine en yakın ada olan Yassıada'ya 1,7 km, İstanbul sahiline (Fenerbahçe Burnu) 11 km uzaklıktadır.
Adaya Bizans İmparatorluğu döneminde din adamları ve imparatorların sürgüne gönderildiği rivayet edilmektedir. Adada, 10. yüzyıldan kalma, bugün sadece bazı kalıntıları mevcut olan bir manastır vardır. Adada ikâmet yoktur.
Geçtiğimiz yıllarda adadan çıkarılan taşlardan İstanbul mendirekleri ve limanları yapılmıştır. Adadaki taş ocağı terk edilmiştir. Taş ocağının limanı yatçılar için iyi bir haftasonu barınağı oluşturur.
1910 yılında İstanbul valisi sokak köpeklerinin toplanıp Sivriada'ya gönderilmesine karar verir. Yaklaşık 80 bin sokak köpeği bu adaya konulup ölüme terkedilmiştir. Bu olaydan kısa bir sure sonra İstanbul'da meydana gelen büyük depremi şehir halkı "tanrının gazabı" olarak nitelendirir ve sağ kalan köpekler şehre geri getirilir.

13 Kasım 2016 Pazar

Büyükada (İstanbul)

(BÜYÜKADA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN)

Büyükada, Prens Adaları olarak da bilinen İstanbul açıklarındaki adaların en büyüğüdür. Eski Yunanca adı Prinkipos'tur (Πρίγκηπος). Prinkipos Yunancada "Prens" anlamına gelmektedir.
Yüzölçümü 5,4 km2'dir. Kış nüfusu 2000 yılı verilerine göre 7.320 kişidir. Evlerin çoğunun yazlık mahiyetinde olması sebebiyle yaz nüfusu kış nüfusundan çok daha fazladır. Maltepe sahiline uzaklığı 2.300 metredir. Büyükada'da biri güney, diğeri kuzeyde olmak üzere iki tepe bulunur. Güneydeki tepe, 203 metre yükseklikteki Yücetepe'dir. Kuzeydeki tepe ise 164 metre yükseklikteki Manastır Tepesi'dir.
1930 yılında Karacabey mevkiindeki Rum Ortodoks mezarlığı yakınında bulunan ve Büyük İskender'in babası Makedonya kralı II. Filip'e ait altın sikkeleri ihtiva eden Büyükada Definesi, adanın tarihine ilişkin en eski bulgudur. Hepsi 207 altın sikkeden ibaret olan define şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. Diğer Prens Adaları gibi Büyükada da Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Adalar, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un Fethi'nden bir ay önce alınmıştır.
I. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet sonrasında Rum halkını kaybeden Büyükada’daki canlılık 1930’lara kadar büyük ölçüde kaybolmuştur. Ancak, 1940’lı yıllara doğru, Cumhuriyet dönemi devlet ileri gelenlerinin ve yüksek bürokrasinin, varlıklı kesimlerin rağbet ettiği bir sayfiye yeri olma özelliğini yeniden kazanmıştır. Büyükada, bu dönemde yeni köşklerle, özenli ve zevkli yapılarla süslenmiş, İstanbul halkının günlük gezinti yerlerinin de başında yer almıştır. Adanın Kuzey-Güney doğrultusuna dik olarak çıkan Dil Burnu’nun iki yanındaki Yörük Ali ve Nizam Plajları, Luna Park, Aşıklar, Viranbağ kır gazinoları, korulukları, biri iskeleden başlayıp adanın tüm çevresini dolaşan büyük tur, diğeri Araba Meydanı’ndan başlayıp Dil’den, Aşıklar Kır Gazinosu’ndan Lunapark’a oradan da Maden’e geçerek binildiği noktaya dönülen küçük tur olmak üzere araba turları, Luna Park meydanındaki süslü eşeklerle yapılan geziler Büyükada gezilerinin başlıca eğlenceleri haline gelmiştir.
Adanın en yüksek tepesinde Aya Yorgi Kilisesi ve Aya Yorgi Manastırı bulunmaktadır. Buradaki ilk yapı, M.S. 6. yüzyıl'da inşa edilmiştir. Bu mevkide, birçok kilise ve manastırın kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları günümüze kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır.
İsa Tepesi'nde ise Hristos kilise ve manastırı ile Rum Yetimhanesi bulunmaktadır. Rum Yetimhanesi'nin binası harabe olmasına rağmen halen dünyanın en büyük ahşap monoblok yapılarındandır.
Kumsal semtindeki Ayios Dimitrios kilisesi de Büyükada'nın önemli dini yapılarındandır. Adadaki çok küçük Ortodoks cemaat, büyük ayinlerini burada yapar.
Büyükada'da bulunan 4 camiden mimari bakımdan en dikkat çekeni II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Hamidiye Camii'dir. Mimari açıdan Batı etkisinde inşa edilmiş bulunan mekân, Ada Cami Sokağı'nda bulunmaktadır
Tarihi ve doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir. Motorlu taşıtların yasak olduğu (resmi araçlar hariç) adada ulaşım bisiklet ve faytonlarla sağlanır.
Denize girmek isteyenler için plajlar mevcuttur:
Eskibağ Plajı
Halik Koyu Plajı
Prenses Koyu Plajı
Yörükali Plajı
Nakibey Plajı
Kumsal Plajı
Aya Nikola Plajı
Lev Troçki'nin, Gürcü asıllı Sovyet lideri Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929-1933 yılları arasında yaşadığı Nizam Mahallesi'ndeki ev ve ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin'in Maden Mahallesi'ndeki evi adayı ziyaret edenlerin ilgisini çekmektedir.
Aya Yorgi manastır ve kilisesinin özel bir yeri vardır: Her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde sayısız insanın 200 metrelik bu tepeyi tırmanıp kiliseye ulaşınca, inancı doğrultusunda dua ettiği, niyet tuttuğu ya da şifa umuduyla siyah cübbeli bir Ortodoks papazdan dua dilediği görülebilir.
Adalar Müzesi[değiştir | kaynağı değiştir]
İstanbul’un ilk çağdaş kent müzesi olan Adalar Müzesi, Adaların oluşumundan bugüne gelen hikâyesini yüzlerce obje, 20 bin belge, 6 bin fotoğraf, yüzlerce belgeleme çekimi, film ve sözlü tarih kayıtlarından oluşan kuruluş koleksiyonu ile ziyaretçilerine sunmaktadır. Müze özellikle Adaların kentsel tarihine odaklanan Osmanlıca belge arşivine sahiptir. Adalar Müzesi'nin misyonu, Adalar’ın tarihi, kültürel ve doğal zenginliklerinin tanınmasını sağlamaktır. Aya Nikola Mevkii'nde eski helikopter hangar alanı dönüştürülerek tasarlanmıştır.
Büyükada'ya İstanbul Şehir Hatları, İstanbul Deniz Otobüsleri, Bursa Deniz Otobüsleri, Mavi Marmara, Prens Tur, Dentur, Turyol firmaları düzenli olarak sefer düzenlemektedir. Bostancı'dan kalkan motorlar yaklaşık 25 dakikada adaya varırken, Kabataş'tan kalkan vapurlar 1 saat 20 dakika, Kabataş'tan kalkan deniz otobüsleri yaklaşık 50 dakika, Kartal'dan kalkan motorlar ise yaklaşık 30 dakikada adaya varmaktadır. Büyükada'ya sefer yapan firmalar genelde yaz ve kış olarak 2 tarife kullanmaktadır. Bu seferlerin sıklığı da hafta içi ve hafta sonu günlerde değişmektedir. İlgili seferler tarifeler kullanılarak takip edilebilmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCkada

30 Ekim 2016 Pazar

Aya Yorgi Manastırı (istanbul)

AYA YORGİ MANASTIRI FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Büyükada’daki Aya Yorgi Kilisesi yılda iki kez, 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde ziyaretçi akınına uğruyor. Üniversite sınavına hazırlananlar, hayırlı bir kısmet bulmak isteyenler, sağlığının düzelmesini arzulayanlar veya aklınıza hiç gelmeyecek dilekleri olanlar her yıl vapurları, motorları dolduruyor ve soluğu burada alıyor. Farklı dinden birçok kişiyi buluşturan, Büyükada’nın en yüksek yerlerinden biri olan Yücetepe’de bulunan Aya Yorgi Kilisesi, Saint George adına inşaa edilmiş. Orijinal adı Agios Georgios Rum Ortodoks Manastırı olan kiliseye, dik bir yokuş tırmanılarak çıkılıyor. Ortodoks kilisesinin otoritesi olarak görülen Başpiskoposluğun Türkiye’de kabul ettiği manastır olma özelliğini de taşımakta. 

Efsaneye göre... Kilisenin her yıl daha da fazla ziyaretçi almasının sebebi kulaktan kulağa dolaşan dileklerin gerçek olduğu söylentileri. Birçok motif barındıran kiliseye gelenlerin en çok dikkat ettiği, mızrağı ile bir deniz canavarını öldüren Saint George ikonası. Kilisenin bu ikonaların da dahil olduğu, ve ünlenmesini sağlayan bir efsanesi var. Rivayete göre, Bizans dönemlerinde işgal altında kalan adanın papazları, ikona ve kutsal eşyaları kurtarmak için toprağa gömmüşler. Aradan uzun yıllar geçmiş ve Rumların Aya Yorgos dediği ve zaman içinde Aya Yorgi olarak anılmaya başlayan aziz, bir gün bir çobanın rüyasına girmiş ve ondan kiliseye giden yokuşu turmanmasını, çan sesini duyduğu an olduğu yerde durup toprağı kazmasını istemiş. Çoban bu rüyayı birkaç gün daha üst üste görünce aziz Aya Yorgi’nin kendisine dediklerini harfiyen uygulamış ve toprağın altından bugün halihazırda kilisede de sergilenmekte olan bu ikona ve kutsal cisimleri çıkarmış 

ya Yorgi kilisesi, Efes yakınlarında bulunan Meryem Ana’nın evi ile birlikte Hıristiyanlar tarafından kabul edilen iki hac noktasından biri olma özelliğini taşıyor. Ortodoks mezhebinde 23 Nisan tarihi, Yorgoların isim günü olarak anılıyor. Hem 23 Nisan hem de bir Azize olan Ayie Thekla’nın anıldığı 24 Eylül tarihlerinde Aya Yorgi’ye gelmek Hıristiyanlar inancına göre daha kutsal. Bu tarihlerde Aya Yorgi’ye giden yolu tıpkı efsanedeki çoban gibi çıplak ayakla ve hiç konuşmadan takip edenlerin yarı hacı sayılıyor olduğuna inanılıyor. 

Sadece yokuşu tırmanıp kiliseye varmak yeterli mi? Öncelikle 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde adaya adeta hücum eden kalabalık, polislerinde desteğiyle türlü güvenlik önlemleri alınarak bir yığın halinde iskeleden kiliseye doğru çıkan yokuşu tırmanmaya başlıyor. Bu tarihlerde kiliseye girebilmek için sabahın erken saatlerinde adaya varmanız şart! Dilek dilemek için yokuşu tırmanmış olmanız yetmiyor. 

Kiliseye ulaşmayı ve buradaki manzarayı kucaklamayı başaran şanslı ziyaretçiler, buradan bir anahtar veya bir çan alıyor. Dileği gerçekleşenler ise bu andan itibaren aldığı objeyi kiliseye geri götürmek zorunda. Ayrıca kiliseye çıkan yokuşta çalılara ip bağlayanların da dileklerinin gerçekleşebileceğine, yolun başından sonuna kadar bir makara ipi aça aça ilerleyenlerin de kısmetlerinin açılacağına inanılıyor. Dileklerini bir kâğıda yazıp bu kâğıdı kilisenin içindeki dilek kutusuna da atabiliyorsunuz. Bunların dışında son yıllarda rastlanılan renkli adak mumları da var. Ayrıca gelen ziyaretçilerin bazıları da kilisenin arkasında küp şekerler ve ağaç dallarını dizerek oluşturdukları harf ve çizimlerle de dilek diliyorlar. İzdihama dikkat 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile aynı güne denk gelen yılın ilk ziyaret günü, her yıl olduğu gibi bu yıl da yoğun ilgi gördü. Aya Yorgi’ye ilk defa çıkacakların tedbirli olmaları ve izdihamdan etkilenme ihtimallerinin olduğunu bilmeleri gerekiyor. Adaya varanlar kiliseye çıkan yokuşun başına gelebilmek için çoğunlukla fayton kullanıyor. Bu yüzden uzun fayton kuyruklarıyla karşılaşabilirsiniz. 
kaynak: www.on5yirmi5.com/haber/yasam/turizmseyahat/89761/aya-yor...

19 Ekim 2016 Çarşamba

Alman Çeşmesi (İstanbul)


ALMAN ÇEŞMESİ FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Alman Çeşmesi, İstanbul'daki Sultanahmet Meydanı'nda, Sultan I. Ahmed Türbesi'nin karşısında yer alan çeşme. Alman İmparatoruII. Wilhelm'in sultana ve İstanbul'a hediyesidir. Almanya'da yapılıp 1901'de İstanbul’daki yerine monte edilmiştir. Neo-Bizanten üslübunda bir çeşmedir; içerden altın mozaikle süslüdür.
Alman Çeşmesi, Türkiye'ye üç kez gelen imparatorun 1898'de istanbul’a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilmiştir. İlk gelişinde 1889 Osmanlı ordusuna Alman tüfeklerinin satışını sağlayan II. Wilhelm, ikinci İstanbul ziyaretinde İstanbul-Bağdat Demiryolunun Alman firmalarına verilmesi vaadini almıştı. Bu ziyaretin anısına Alman hükümeti tarafından yaptırılan çeşme, imparatorun bir deseninden yola çıkarak düzenlenmiştir.
Çeşmenin planlarını Kaiser’in özel danışmanı Mimar Spitta çizmiş, yapımını Mimar Schoele üstlenmiştir. Ayrıca Alman mimar Carlitzik’le İtalyan Mimar Joseph Antony de bu projede çalışmışlardır. Alman hükümeti önce hipodrom alanını düzenlemiş, meydanın ağaçlandırılması yapıldıktan sonra Almanya’da hazırlanan çeşme buradaki temeller üzerine oturtulmuştur. Mermerleri ile değerli taşları Almanya’da işlenmiş ve parçalar halinde gemi ile İstanbul’a getirilmiştir.
Yapımına 1899'da başlanan çeşmenin 1 Eylül 1900'de, Sultan II. Abdülhamid'in 25. cülüs törenine yetiştirilmesi planlanmıştı. Ancak çeşmenin inşası bu tarihe yetişmeyince. II. Wilhelm’in doğum günü olan 27 Ocak 1901'de görkemli bir tören ile çeşmenin açılışı gerçekleşmiştir.
Alman çeşmesi, ne heykelli Avrupa çeşmelerine ne de Osmanlı meydan çeşmelerine benzer. Yüksek bir taban üzerine oturtulmuş, sekizgen planlı bir yapıdır. Su haznesinin üzerinde sekiz sütunun taşıdığı bir kubbe yer alır. Sütunları birbirine bağlayn kemerlerin üzerindeki pandiflerde birer madalyon bulunur. Dördünün içinde yeşil zemine II. Abdülhamid tuğrası, diğer dördünün içinde Prusya mavisi üzerine II. Wilhelm’in simgesi olna "W harfi" altında II sayısı konulmuştur.
Koyu yeşil renkte kolonların taşıdığı görkemli bir kubbe ile örtülü çeşmenin tunç kitabesinde Almanca olarak “Alman Kaiser’i Wilhelm II 1898 yılı sonbaharında Osmanlıların hükümdarı haşmetlü Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak bu çeşmeyi yaptırdı” yazmaktadır.

10 Ekim 2016 Pazartesi

İstanbul


İSTANBUL FOTOĞRAF ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


istanbul, Türkiye'de yer alan şehir ve ülkenin 81 ilinden biri. Ülkenin en kalabalık, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan en önemli şehridir.Şehir, iktisadi büyüklük açısından dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa'da birinci, dünyada ise Lagos'tan sonra altıncı sırada yer almaktadır.
İstanbul Türkiye'nin kuzeybatısında, Marmara kıyısı ve Boğaziçi boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde kurulmuştur. İstanbul kıtalararası bir şehir olup, Avrupa'daki bölümüne Avrupa Yakası veya Rumeli Yakası, Asya'daki bölümüne ise Anadolu Yakası veya Asya Yakası denir. Tarihte ilk olarak üç tarafı Marmara Denizi, Boğaziçi ve Haliç'in sardığı bir yarım ada üzerinde kurulan İstanbul'un batıdaki sınırını İstanbul Surları oluşturmaktaydı. Gelişme ve büyüme sürecinde surların her seferinde daha batıya ilerletilerek inşa edilmesiyle 4 defa genişletilen şehrin[7] 39 ilçesi vardır. Sınırları içerisinde ise büyükşehir belediyesi ile birlikte toplam 40 belediye bulunmaktadır.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, 330-395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395-1204 ile 1261-1453 yılları arasında Bizans İmparatorluğu, 1204-1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik yaptı.Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu'na geçtiği 1517'den kaldırıldığı 1924'e kadar İslam'ın da merkezi oldu.
Son yıllarda birbiri ardına ortaya çıkartılan arkeolojik bulgularla insanlık tarihine ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. Yarımburgaz Mağarası'ndan çıkarılan taş aletlerle, ilkel insan izlerinin 400.000 yıl öncesine dayandığı ortaya çıkmıştır. Anadolu Yakası'nda yürütülen kazı çalışmaları ve bunlara bağlı araştırmalar, şehirde tarım ve hayvancılığa dayalı ilk yerleşik insan topluluğunun MÖ 5500'lere tarihlenen Fikirtepe Kültürü olduğunu göstermiştir. Bu arkeolojik bulgular yalnızca İstanbul'un değil, tüm Marmara Bölgesi'nin en eski insan izleridir.[İstanbul sınırları içinde kent bazında ilk yerleşimler ise Anadolu Yakası'nda Kalkedon; Avrupa Yakası'nda Byzantion'dur. Cumhuriyet dönemi öncesinde egemenliği altında olduğu devletlere yüzlerce yıl başkentlik yapan İstanbul, 13 Ekim 1923 tarihinde başkentin Ankara'ya taşınmasıyla bu özelliğini yitirmiş; ancak ülkenin ticaret, sanayi, ulaşım, turizm, eğitim, kültür ve sanat merkezi olma özelliğini sürdüregelmiştir.
Karadeniz ile Marmara Denizi'ni bağlayan ve Asya ile Avrupa'yı ayıran İstanbul Boğazı'na ev sahipliği yapması nedeniyle, İstanbul'un jeopolitik önemi oldukça yüksektir.[Bugün tamamına yakını doldurulmuş olan ya da kaybolan doğal limanları vardır. Bu özellikleri yüzünden bölge toprakları üzerinde uzun süreli egemenlik anlaşmazlıkları ve savaşlar yaşanmıştır. Başlıca akarsular Riva, Kâğıthane ve Alibey dereleridir. İl toprakları az engebelidir ve en yüksek noktası Kartal ilçesindeki Aydos Tepesi'dir. İldeki başlıca doğal göller Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Durusu gölleridir. İl ve yakın çevresinde, Karadeniz ile Akdeniz makro iklimleri arasında geçiş özellikleri görülür. Hava sıcaklıkları ve yağış ortalamaları düzensiz; bitki örtüsü dengesizdir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul

Kuvayi Milliye Anıtı (Manisa)


KUVAYİ MİLLİYE ANITI FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Heykeltraş Prof. Dr. Tankut Öktem, Manisa Valiliği için yaptığı ‘Cumhuriyet ve Atatürk Heykeli’ni Bursa'nın Gemlik İlçesi'ne bağlı Küçük Kumla Beldesi'ndeki atölyesinde 3 yılda tamamladı.
65 metre yüksekliğindeki kaidenin üzerine yerleştirilecek anıtın Türkiye'de ilk, dünyada ise sayılı olduğunu belirten Öktem, ‘‘Uzaktan bakıldığında fonda Türk bayrağı görülüyor. Üzerinde Atatürk'ün 7 metreden yapılan yüzü, zeybek ve çağdaş kıyafetli bir genç kız var. Bu kişilerin elinde zeytin dalı bulunuyor. Bu zeytin dalı Atatürk'ün, ‘Yurta sulh, cihanda sulh' sözünü anımsatıyor. Bu nedenle heykele, ‘Cumhuriyet ve Atatürk Anıtı' adını verdik. Eserin yapımında yapımında 40 milyar lira harcandı. Bu eseri ben para almadan yaptım’’ diye konuştu. 
http://www.isteataturk.com/haber/6289/dumlupinar-zafer-aniti-kutahya

Club Hotel Maxima (izmir)


CLUB HOTEL MAZIMA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İzmir, Özdere mevkiinde bulunan tesis, Adnan Menderes Havalimanı’na 50 km., İzmir şehir merkezine 60 km., mesafede ve denize sıfır konumdadır.
Genel Tesis Özellikleri

246 odalı tesiste, açık yüzme havuzu, su kaydırakları, çocuk havuzu, kapalı disko, açık ve kapalı restoran, Türk hamamı, sauna ve Fransızca animasyon bulunmaktadır.
http://www.touristica.com.tr/club-hotel-maxima

Şirinyer Hipodromu (İzmir)


ŞİRİNYER HİPODROMU FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

İzmir Şirinyer Hipodromu İzmir'in Buca ilçesi sınırları içindedir. Adnan Menderes Havalimanı'na 15 kilometre mesafede olup, batısında İZBAN'ın Koşu İstasyonu bulunmaktadır.
Hipodrom arazisi 323.674 metrekare alana sahiptir. Ayrıca 155.440 metrekarelik bir alan içerisinde 1281 ahır ile at hastanesi, 100 araçlık otoparkı, gezinti padoklarının bulunduğu arazi ile toplam 479.114 metrekare alana sahiptir.[1]
Hipodrom içerisinde; 1756 metre kum pist, 1572 metre çim pist, 1345 metrelik antrenman kum pist, 2 adet tribün binası, Yarış öncesi kan alma binası, 2 adet panoramik restoran, 2 adet bahçe restoran, 1 adet kır kahvesi, bir adet VIP restoran, eyerleme mahalli, 1 adet ot yem deposu, 4 adet gezinti padoku, jokey odası, doping kontrol binası, müdürlük binası, garaj ve atölyeler ile 1000 araçlık otoparkı, çocuk oyun bahçesi ve 3 adet toplam 1100 tonluk sulama havuzları bulunmaktadır.
31 Mayıs 2007 tarihinden itibaren, Türkiye’ de ilk kez, İzmir Şirinyer Hipodromu’nda gece yarışları koşulmaya başlanmıştır. Pistler ve padok mahali, aydınlatma direkleri ile ışıklandırılmaktadır. 5 adet midilli atlardan oluşan bir midilli park bulunmakta ve küçük çocuklar ücretsiz olarak parktan yararlanabilmektedir. Pistte bulunan 48 m2 lik bir adet LED ekran ile koşular canlı yayında yakından takip edilebilmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eirinyer_Hipodromu

9 Ekim 2016 Pazar

3.Ahmet Çeşmesi (İstanbul)


ÜÇÜNCÜ AHMET ÇEŞMESİ FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


III. Ahmet Çeşmesi, İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın giriş kapısı ile Ayasofya arasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın önerisiyle III. Ahmet tarafından Perayton isimli bir Bizans çeşmesinin yerine inşa ettirilen çeşmedir. Türk rokoko tarzının en güzel örneklerinden olan çeşmenin yapım tarihi 1729'dur. Mimar Ahmet Ağa tarafından yapılmıştır.
Çeşme köşeleri yumuşatılmış dikdörtgen bir plandadır. Köşelerde sebiller bulunan çeşme üzeri ahşap saçaklı bir çatı ile kapatılmıştır. Üst örtüde dıştan görülebilen kubbeler sadece görünüm amacı ile yapılmıştır. On dört kıtalık Kayseri ve Halep kadısı şair Seyyit Hüseyin Vehbi bin Ahmet'e ait kaside, sebillerin ve her kenarda bulunan çeşmelerin üzerine ta'lik hatla yazılmıştır. Üstte mukarnaslı bir kuşak, onun üzerinde de çini bir kuşak yer alır. Bu çiniler hem klasik motifleri hem de lale ve akantüs yaprakları gibi Avrupai motifleri ihtiva eder. Vazo içindeki çiçek motifleri batılılaşma ile Osmanlı bezemesinde görülmeye başlamıştır. III. Ahmet kütüphanesinde de bu çeşmedekine benzer süslemeler yer almaktadır.

6 Ekim 2016 Perşembe

Kadifekale (İzmir)


KADİFEKALE FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Helenistik ve Roma Dönemi Kentinin Akropolü. M.Ö. 334 te Pagos dağı eteklerinde bir tepe üzerinde bulunan kale Anadolu’yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender’in isteği ile yapılmıştır. Bugün Kadifekale olarak adlandırılan Pogos dağının adının antik kaynaklarca Grekçe ’de ‘Tepe’ anlamına gelen  Pagos
    İskender’in Anadolu’ya çıkışı ve Pers egemenliğine son vermesi üzerine bölgede M.Ö. 334-133 arasında Helenistik dönem başlar. Helenler beraberlerinde kendi şehircilik anlayışlarına uygun şehirleşme projeleriyle gelirler. Helenlerin istedikleri Bayraklı Tepekule’de sıkışmış olan Smyrna Kentinin yeniden inşa edilerek Efes, Bergama, Rodos, İskenderiye gibi zamanın ticarette ve liman işletmesinde ileri gitmiş şehirleri ile boy ölçüşebilecek bir şehir düzeyine erişmesidir. Böyle bir şehrin eski İzmir’de kurulması hem konum ile hem de alanın küçüklüğü nedeniyle imkânsız olduğundan, İskender, bugün Kadifekale olarak bilinen Pagos Tepesi ve eteklerine yeni şehri kurmayı düşünür. Efsaneye göre; İzmir’e gelen Büyük İskender, o zaman ormanla kaplı “ Pagos Tepesi “ denilen Kadifekale’de Nemesis Kutsal alanında (İzmirliler çifte Nemesisi yani ikili su perisini kutsal sayarlardı) avlanırken bir ara ulu bir çınarın altında uykuya dalar, rüyasında gördüğü iki Nemesis, İskender’den yeni İzmir kentini uyuduğu tepenin eteklerinde kurmasını ister, uykusundan uyanan İskender, Klaros’un Apollon kâhinine gördüğü rüyayı anlatarak fikrini sorar, kâhin rüyayı tek bir cümlede yorumlar : “ Kutsal Melez Çayı kenarındaki Pagos Tepesi eteklerinde yerleşecek İzmirliler, eskisinden dört kez daha mutlu olacaklardır. “

    Bu yeni İzmir’in kuruluşunda İskender’in Pagos Tepesinde gördüğü rüyanın yorumuna dayanmak yerine, dönemin deniz ve karada gelişen ticari potansiyelinin gelişmesinin dayattığı zorunluluk nedeniyle burada kurulmuş olduğuna inanmak, günümüz için çok daha bilimsel bir yaklaşımdır. Nihayet, rakibi General Antiganos’u M.Ö.302’de öldüren Lysimachos yeni İzmir’in kuruluşunu gerçekleştirir. Şehri Pagos tepesi ile İç Limana bakan yamaçlarda kurmaya başlar. Böylece 400 yıl önce Lidyalıların istilası ile yurtlarından edilen Meles Çayı etrafında küçük köysel yerleşimlerde yaşayan Homeros’un hemşerisi İzmirliler, İzmir’e gelip yerleştiler.

    Smyrna, Kadifekale’de ikinci kez kurulduktan sonra güçlü bir liman kenti olarak öne çıkmış. Helenistik, Roma ve Bizans Dönemleri ile Ortaçağ’da Smyrna; diğer çağdaşı kentlerdeki gibi, Akropol, Tiyatro, Stadion, Bouleuterion, Prytaneion, Tapınaklar, Su Kemerleri, Sur Duvarları, geniş revaklı caddeleri ve tepeden denize doğru uzanan yapı adaları ile canlı bir ticaret ve liman kentiydi. Özellikle Roma Döneminde Küçük Asya’nın en önemli kentlerinden birisiydi. O dönem Strabon Smyrna’yı ‘ İonya’nın en güzel kenti’ olarak anmıştır. Ancak kale Roma Döneminden sonra Ortaçağ’da Timur orduları tarafından tahrip edilmiş, bunu İzmir’deki 1668 depremi izlemiş.

    Kadifekale’den günümüze yalnızca kalenin batısındaki 5 kulesi ile güneyindeki duvarlarının bir bölümü kalmıştır. Bunlara dayanarak kalenin uzunluğunun 6 km olduğu ve sur duvarlarını destekleyen kulelerin 20-25 m. Yüksekliğinde olduğu anlaşılmaktadır. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumdadır. Kale içerisinde ise bir dehliz ve su sarnıcı kalıntısı vardır. Zemin seviyesinin altındaki tonozlu yapılar ve sarnıçlar kalenin zenginliklerindendir. Aralık 1667 ve Mayıs 1668 de İzmir’i ziyaret ettiği bilinen Fransız Robert De Dreux, ‘ Burada (Pagos) çok güzel bir sarnıç gördüm. Sarnıç tıpkı kiliseler gibi tonozlar üzerine inşa edilmiştir.’ Demiştir. Roma Döneminde yapılıp Bizans Çağı’nda yenilenerek kullanıldığı sanılan bu yapıların önemi Smyrna’nın su şebekesinin merkezini oluşturmasından., antik kentin can damarı olmasından ileri gelmektedir. Buradaki sarnıçlara, Şirinyerde’ki su kemerleri yoluyla gelip biriken sular, künk ve kanalizasyon sistemleri ile kentin her yerine dağıtılıyormuş. Zira bu dağıtım ağının örneklerine Agora kazılarında da rastlanmıştır.
     Kadifekale’nin surlarının bir kısmının Çelebi Mehmet tarafından yıkıldığı bilinmektedir. Yalnızca doğu yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar) parçalardan bir, iki adedi Basmane Gar’ından Tilkilik’e uzanan ve Altınpark’a giden yolun başında bulunuyor. Tarihi Kadifekale bölgesinde yürütülen kazı çalışmaları sırasında, M.S. 2. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen kadın başı figürü ile İzmir'deki Türk-İslam dönemine ait ilk camilerden biri olduğu tahmin edilen yapı ortaya çıkarılmıştır. Kadifekale sur duvarları restorasyon çalışmalarına destek kazılarında, Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü tarafından Güney sur duvarları bölümünde sürdürülen kazılara ek olarak yapılan çalışmalarda, 3 noktada kazı çalışması yapılmış ve cami yapısı ortaya çıkarılmıştır. Yrd.Doç. Dr. Akın Ersoy, "Caminin kapısındaki bir kitabe de Evliya Çelebi tarafından okunmuş. 1308- 1309 tarihlerine ait olduğunu Evliya Çelebi bize ifade ediyor. Gerçekten elde ettiğimiz buluntularımız da bize bunu gösteriyor" demiştir. Çalışmalarda, Bizans Sarnıcı içindeki dolgu temizlenmiştir. Kale'deki kazılarda Osmanlı dönemine ait seramik atölyesi buluntuları da elde edilmiş,  
    Yapılan kazılarda, İzmir'in antik çağdan bugüne bir liman ve ticaret kenti olma özelliklerinin net bir şekilde ortaya çıkarılmasının yanı sıra son zamanlarda yapılan çalışmalarla genç Bizans döneminde ve beylikler döneminde İzmir Limanı'nın ne kadar işlek olduğunu gösterir bulgular elde edilmiştir. Ayrıca kazılarda Saruhanoğlu Beyliği'ne ait iki sikke bulunmuş ve bu sikkeler, beylikler arasındaki ticaret ilişkilerini göstermesi açısından çok önemlidir. Çünkü İzmir, Aydınoğulları Beyliğine ait bir toprak parçası. Ayrıca, burada yine 13. yüzyıldan Fransız sikkeleri elde edilmiştir ki bu da Bizans döneminde, henüz Türkler'in bu bölgeye hâkim olmadığı süreçteki ticaret ilişkilerini açıklaması adına güzel bir veridir. Pagos’ta yer alan 16.000 kişilik tiyatronun, kuzeye bakan seyirci tribünü denize karşı romantik ve muhteşem bir manzara sunduğu ve 1638’e kadar tiyatronun duvarlarının ayakta olduğu bilinmektedir.
http://www.kultur.gov.tr/TR,72640/kadifekale.html

Özdere (İzmir)

ÖZDERE FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Tarih sayfaları, beldemizi Hititler döneminde; Kasura, İyonyalılar'da; Dioshieron, Osmanlılar'da; KESRE'ye taşırken , 1960'lı yıllarda şimdiki adı ÖZDERE ile tanışmıştır 
M.Ö. 5000 yıllarına uzanan İzmir Kentinin bir parçası olan Özdere, 28 ulusu bereketli topraklarında bağrına basmıştır. İklimi ve Doğası ile uygarlıkların beşiği olan Ege’nin şirin bir kıyı beldesidir.
Günümüzde, 40 km.lik sahil şeridi ile Ege’nin masmavi sularıyla kucaklaşan Özdere, 55 km.lik alan üzerinde kışın 15.000, yazın 100.000 üzeri nüfusu ağırlar…
İzmir ili Menderes ilçesinin Bakanlar Kurulunca onaylı tek turizm beldesidir. Belde içerisinde irili, ufaklı otel, motel, pansiyonlar ile toplam yatak sayısı 10 bini aşmaktadır. Türk Hava Kuvvetleri ve Merkez Bankası Eğitim Kamplarının yatak sayıları toplamı 3500 civarındadır.
Kalemlik Milli Parkı ise eşsiz güzelliği ile kamping ve günü birlik turizme hizmet vermektedir.
Turizm, halkın en önemli gelir kaynağıdır. Tarım(mandalina), Hayvancılık, Balıkçılık ise diğer uğraş alanlarıdır. İnce kabuğu, çekirdeksiz ve mis kokulu dünyanın en iyi SATSUMA mandalinası, dünya ülkelerinin sofralarını süsler.
Tarihi Ören Yerlerine yakınlığı kadar, Adnan Menderes Hava Limanı, Kuşadası ve Çeşme Deniz Limanlarına yakınlığı Özdere'yi kara ve deniz yolları ile dünyaya açılan bir pencere haline getirmiştir.
Denizi ile, sahili, kumu ile, güneşi, ormanı, havası ile Özdere yaşanılası görülesi bir yerdir…
Günümüz itibarı ile toplam tesisin 100′e yaklaşmış olması , 35 yıllık süreçte 10.000 yatak kapasitesini geçmesi Özdere’yi önemli bir cazibe merkezi yapmıştır. Yöre, gerçek bir doğa cennetidir.
YEŞİLİN VE MAVİNİN HER TONUNU BURADA GÖRMEK VE YAŞAMAK MÜMKÜNDÜR .
Güneşin eşsiz güzellikte batışını , renklerin cümbüşünü , Özdere akşamlarında doyarak yaşayabilirsiniz.
Doyumsuz bir tatil beldesidir Özdere . İster denizine aşık olun , ister ormanına , isterseniz dantel gibi koyları iletertemiz , pırıl , pırıl denizine… Veya ister su altı avcılığına ilgi duyun , ister kara avcılığına . Özdere size göre yaratılmıştır . Her mevsim , her zevke uygundur.
http://www.ozdere.org/

Buca (İzmir)

BUCA FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Buca, Türkiye'nin İzmir ilinin ilçelerinden biri olmakla beraber aynı zamanda en kalabalık nüfusa sahip ilçelerinden biridir.
Buca’da antik çağdan bu yana bir yerleşimin olduğu bilinmektedir. 1868 yılında Buca’nın kuzeydoğusunda antik döneme ait büyük bir kadın büstü ortaya çıkarılmış olup, bu büst halen Londra’daki İngiliz Müzesi’nde sergilenmektedir. Buca MÖ.130’ lara uzanan tarihi, birçok uygarlığa tanıklığı ile bir kültür ve tarih beldesidir. Zengin doğa ve kültür mirasını, nüfus artışına ve günümüz yaşam biçiminin ortaya çıkardığı tüm etkenlere karşı koruyabilmiştir. Bu nedenle, bugün Buca’da geçmişten günümüze kadar gelen bir tarihi görüntü sergilenmektedir. Buca’da yaşam, her şeyden önce zengin bir tarih, kültür ve doğa mirası ile iç içe bir yaşam olarak nitelendirilmektedir. Buca, tarihsel geçmişi ile bünyesinde çok önemli ve günümüzde de yaşayan eserler barınağıdır. İlçede yerli nüfus nadiren bulunur. Nüfusun çoğunu Yunan, Boşnak, Arnavut ve Bulgar göçmenleri oluşturmaktadır.[3]
Buca, İzmir'in 9 kilometre güneydoğusunda kurulmuştur. Nif Dağı'nın güney eteklerine yerleşmiştir. Yüz ölçümü 180 kilometrekare, denizden yüksekliği 38 metre olup, kuzeyinde Konak ve Bornova, doğusunda Kemalpaşa, batısında Karabağlar ve Gaziemir, güneyinde Torbalı, güneybatısında ise Menderes ilçeleri bulunmaktadır. Yayvan görünüşlü arazi ile çevrelenmiş olup, çevredeki tepeler, vadiler ve bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir.
Buca düz ve verimli topraklara sahiptir. Tınaztepe, Tıngırtepe, Zeytintepe, Koşutepesi ve Karacaağaç gibi tepeleri de vardır. Nif Dağı’ndan doğan Meles Çayı, Şirinyer’den geçer ve Halkapınar’da denize dökülür.
Buca'ya bağlı, Kaynaklar beldesinin yanı sıra, Kırıklar, Karacaağaç ve Belenbaşı adında üç köyü yeni kanunla birlikte mahalle statüsü kazanmıştır.
znik Devleti Kralı İoyanis'in 1235 yılında Kohi denen ve Kral Yolu yakınında bir yerleşim alanından bahsettiği yerin Buca olarak değiştiği, Kohi adının daha sonra Gonia, Bugia ve Buca’ya dönüştüğü sanılmaktadır. Bizanslılar döneminde ise bugünkü yerleşim yerinde Vuza, Uza ya da Vuzas isimli bir toprak sahibinin yaşadığı, yerleşim yeri isminin değişerek zamanla Buca olduğu varsayımı da vardır. Ayrıca İtalyancada BUCA kelimesi çukur anlamına gelmektedir Buca'nın çukurda kalışı ismin buradan geldiğini kuvvetlendirmektedir.
Buca adı ilk kez 1688 yılında Fransız Konsolosluğu kayıtlarında görülmüştür. Bu yılda bir deprem olmuş, Fransız Konsolosluğu Buca'ya taşınmıştır. MÖ 1102'de Eolyalıların şehri almalarına kadar yerli halkın oldukça rahat bir hayat yaşadığı kabul edilir. MÖ 727 yılına kadar İyonlarla çekişen Eolyalılar, bu tarihten sonra şehri İyonlara bırakmıştır. Bir süre sonra güçlenen Lidyalılar, MÖ 628 yılında İzmir'i almıştır. Bu tarihlerde İzmir şehri dağılmış, halk civarda bulunan küçük yerleşim alanlarına geçmeye başlamıştır. Bu değişim, bugün gördüğümüz İzmir dolaylarındaki birçok yerleşim alanının ilk temellerini atmıştır. Bunlar arasında Buca’yı da sayabiliriz.
Buca’da antik çağdan bu yana bir yerleşimin olduğu bilinmektedir. 1868 yılında Buca'nın kuzeydoğusunda antik döneme ait büyük bir kadın büstü ortaya çıkarılmış olup, bu büst halen Londra’daki İngiliz Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ayrıca Buca ve Kangölü çevresinde Bizans Haçı kabartmaları bulunan sütun başlıkları, antik “ARTEMİS MABEDİ”ne ait olduğu sanılan mermer yer döşemeleri, Forbes Köşkü çevresinde Bizans sikkeleri, Gürçeşme (Kançeşme) yolu üzerinde Roma Kalesi kalıntıları da antik çağda bu yörede gelişmiş toplumların yaşadığını ortaya koymaktadır. İyon saldırısı sırasında Buca’ya yönelen halk, Dereköy, Kangölü ve Kozağacı yörelerine yerleşmiştir. Yakın tarihimizde Buca’nın bir Rum köyü olduğu, aynı dönemde Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, Avrupalı işadamları ile ailelerinin de Buca’da yaşadıkları, bunun beldenin gelişme ve zenginleşmesinde önemli bir etken olduğu belirtilmektedir. Osmanlı Devleti döneminde 1872 yılında Buca'nın ünlü üzümlerini Alsancak Limanı'ndan tüm dünya pazarlarına ulaştırmak için Buca'nın merkezine Buca Tren İstasyonu inşa edilmiştir. İstasyon günümüzde atıl durumdadır ve kullanılmamaktadır.
Buca, Rumlar, Yahudiler ve Türklerin bir arada yaşadığı, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Hollanda şirketleri ile daha çok ticari ve sınai ilişkiler çerçevesinde oluşan Levanten Grubu’nun sayfiye yeri olarak yerleştiği bir belde özelliğini yakınçağ öncesinde taşımaya başlamıştır.
Buca MÖ 130'lara uzanan tarihi, birçok uygarlığa tanıklığı ile bir kültür ve tarih ilçesidir. Zengin doğa ve kültür mirasını, nüfus artışına ve günümüz yaşam biçiminin ortaya çıkardığı tüm etkenlere karşı koruyabilmiştir. Bu nedenle bugün Buca’da geçmişten günümüze kadar gelen bir tarihi görüntü sergilenmektedir. Buca’da yaşam, her şeyden önce zengin bir tarih, kültür ve doğa mirası ile iç içe bir yaşam olarak nitelendirilmektedir. Buca, tarihsel geçmişi ile bünyesinde çok önemli ve günümüzde de yaşayan eserler barınağıdır. George King Forbes, Gout, Prenses Borghese, Kont Dr.Aliberti, De Jongh, Dimostanis Baltacı Malikaneleri, tarihi İngiliz Protestan Kilisesi, Su Kemerleri, Buca’da yaşamış ve ölmüş birçok ünlü ailelerin mezarları, dar sokakları ve bugün bile birçok mimara ilham kaynağı olan Rum Evleri, ilçeye gelenlerin ilgisini çeken yapıtlardır.
9 Eylül 1922'de İzmir dolayısıyla Buca, Yunanlardan geri alınınca buradaki Rumlar bölgeyi terk etmiştir. 1922 yılına kadar Buca’nın nüfusu genellikle İngiliz, Rum ve Hollandalılardan oluşmakta idi. Buca, Cumhuriyetin ilanından sonra (29 Ekim 1923 - Türkiye'de cumhuriyetin ilanı) çok hızlı bir gelişme göstermiş ve bu dönemde göçmen kitlelerin ilçede yerleşimi devam etmiştir. Buca, 4 temmuz 1887 yılında yürürlüğe giren 3392 sayılı yasa ile ilçe olmuştur. Buca, İzmir'in en kalabalık ilçelerindendir.
Buca, bugün nüfus artışı yönünden Türkiye’nin en hızlı gelişen ilçeleri arasında yer almaktadır. Son nüfus sayımına göre 1990 yılında 1980 yılına göre %97’lik artış oranı ile metropol düzeyde en hızlı gelişen ilçe olmuştur. İlçeye göç günümüzde de sürmektedir. 1950’li yıllarda doğudan batıya doğru başlayan göçler, Buca’yı da etkisi altına almıştır. Ayrıca ilçede Evka 1, İzkent, Ege-Koop, Buca Koop konutlarının bulunması ve birçok fakültenin kurulması ilçeye göçü son yıllarda daha da hızlandırmıştır. 1990 yılında 203.383, 1997 yılı itibarıyla 285.250 olan nüfus 2014 yılında 461.761 kişiye ulaşmıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Buca

Buca Mevlana Heykeli (İzmir)


MEVLANA HEYKELİ  FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN


Dünya'nın III. büyük heykeli olan Mevlana heykeli Buca'nın en yüksek yeri olan Tıngır tepe'de, 20 dönümlük arazide, kaidesiyle birlikte 25 mt yüksekliğinde yer almaktadır. Dikildiği tepeyle birlikte yer seviyesinden 75 metre yüksekliğe ulaşan Mevlana Heykeli İzmir'in büyük bir kesiminden görülebiliyor.

İzmirli heykeltıraş Eray OKKAN tarafından yaklaşık 7 ayda hazırlanan heykel çelik konstrüksiyon üzerine fiberglasla şekillendirilerek 25 ton bakırla kaplanmıştır.

Yamaçlarda semazenler yerleştirilen regreasyon alanı içinde ayrıca, kafeterya, yürüyüş yolları ve oturma grupları yer alıyor. Geceleri de lazer ışıklarıyla aydınlatılan Mevlana Heykeli, Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir.

İzmir Konyalılar Derneği ile ortaklaşa, semazen gösterileri de düzenlenen mekan Konyalılar vakfı tarafından işletilmektedir.
http://www.buca.bel.tr/Hizmetlerimiz/9/mevlana-heykeli/sosyal-tesisler.html

Sığacık (İzmir)


SIĞACIK FOTO ALBÜMÜ İÇİN RESMİ TIKLAYIN

Sığacık, Türkiye’nin ilk yavaş şehrinin küçük, sessiz ve surlar içindeki egeli bir sahil kasabası. Burası sadece Seferihisar’ın değil, İzmir’in de en renkli semtleri arasında. Son zamanlarda Seferihisar’a yapılan yatırımların en büyüklerine şahit olan Sığacık, gün geçtikçe önem kazanmaya ve Türkiye’nin en sakin kenti ünvanını korumaya ise devam ediyor. Peki bu kenti ziyaret etmek için daha neyi bekliyorsun? Kağıdını kalemini al ve yolculuğa hazırlan!
Sığacık hakkında 4 temel bilgiyi öğren:
Sığacık, Türkiye’nin ilk kale içi yerleşimi ve burada organik yaşamak, kente sahip çıkmak ve onu korumak halk için çok değerli konular.
Sığacık içinde Fast Food zincirleri, sakin şehir ünvanı nedeniyle yer almıyor. Burada tamamen organik besleneceksin.
Sığacık’ı ziyaret etmek için en hareketli gün Pazar günü. Organik Pazar kurulması nedeniyle kent çok kalabalık. Daha sakin bir zamanda ziyaret etmek istiyorsan haftaiçi Pazartesi ve Çarşamba ideal günler.
Ufak bir şehir olmasından dolayı özellikle Pazar günleri otopark sorunu olabiliyor. Mümkünse aracını kente girer girmez gördüğün ilk uygun yere park et ve bu ufak sahil kasabasını yürüyerek gez.
Sığacık, Seferihisar’a 5 kilometre uzaklıkta ve 16.YY’dan kalma kalenin surları içine yapılan bir liman kasabası. Dünya üzerinde kale içi yerleşim yerleri içerisinde de hatırı sayılır bir yeri var. Pazar günleri ayrı bir güzel ve kalabalık olan Sığacık’ta; kalenin surları üzerine vuran tertemiz bir güneş ve karşısındaki yat limanını kuşatan masmavi deniz kalpleri yerinden oynatacak güzellikte. Böylesine güzel havalarda kale içinde oturan ev sahipleri kapı önlerine çıkıp hemen keyif yaparlar, böylece yerel halkla inanılmaz kolay ve samimi bir şekilde kaynaşabilirsin. Meşhur Sığacık Pazarı ise görüp görebileceğin ender organik pazarlardan. Rengarenk bir cümbüşü andıran bu pazaryerinde tüm ege otlarının haricinde; ev yapımı reçeller, baklavalar, börekler, dalından henüz koparılmış meyveler, sebzeler; Sığacıklı teyzelerin, ninelerin elleriyle ördüğü el işleri ve nicesi mevcut.
Sığacık ‘ta hava ve iklim

Sığacık, İzmir’e göre daha ılıman bir havaya sahip. Sert rüzgarların esmediği günler de bir de tepede güneş varsa, kış ortasında yaz keyfi yaparsın. Ancak Sığacık’ı ziyaret etmek için en güzel zamanlar kesinlikle Nisan-Kasım ayları arası. Bu aylarda denize girebilirsin. Fakat Seferihisar’ın meşhur soğuk denizinden kaçmak istiyorsan, Ağustos-Eylül-Ekim ayları su sıcaklığının tavan yaptığı aylar, bu aylarda Sığacık hem sakin, hem samimi olur.
Sığacık Kale İçi listenin başında yer alıyor tabii ki. Birkaç sokaktan ibaret ancak sokaklarındaki sıcacık ortam içinizi ısıtacak. Kale, Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış ve içerisindeki hayat geçtiğimiz yıl  İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer’in girişimleriyle yenilendi. Bugün tertemiz sokakları, restore edilmiş geleneksel tarihi binalarıyla göze oldukça hoş görünüyorlar. Burayı gezerken attığın her adımda Ege’nin en güzel sahil kasabalarından birinde olduğunu hissedeceksin.

Pazar günleri kale içinde Sığacık Pazarı kuruluyor; herkes bahçesinde yetiştirdiğini, mutfağında pişirdiğini evinin önüne çıkarıp satıyor. Kimsenin sizi bir şey almak için zorlamadığı bu pazarda, organik lezzetler tadabilir beğendiğin takdirde alabilirsin. Ev yapımı reçeller, börekler ve tatlılar, yöresel sebzeler, ev yapımı şaraplar ve meşhur Ege Otları Pazar’ın en güzelleri.

Kalenin içindeki dar sokaklar en sonunda seni alıp Sığacık limanına götürüyor. Burada kalenin burçlarına çıkıp yukarıdan Sığacık limanına ve kale içinin panoramik görünümünü seyredebilirsin. Fotoğraf çekmek için de en ideal yerlerden biri.

Şarap tanrısı Dionysos’un memleketi olan Sığacık, tarihi zenginliği ile de görülmesi gereken bir yer.  Antik çağda önemli bir yere sahip Ion Antik şehri Teos, burada ve Sığacık’a sadece 5 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Antik kent tahmin edebileceğin gibi kalıntılardan ibaret ancak şehre ait bir yıkık dökük bir agora, akropol, tapınak ve tiyatro ile surları bugün hala görebilirsin. Antik Kenti derleyip toplamak için çalışmalar hala devam ediyor ancak bu antik kent çok büyük hasarlar gördü, depremler yaşadı. Bu yüzden buraya giderken lütfen büyük beklenti ile gitme. Ayrıca girişte anlamsız bir şekilde kişi başı 5 Lira talep edildiğini unutma.
Amacınız Sığacık’ta denize girmek ise, Akkum plajları Sığacık ‘ın altın plajlarıdır. Büyük Akkum plajı masmavi bir deniz, altın sarısı kumları ve mavi bayrağıyla ön plana çıkıyor. Beach Club arıyorsan, Mukka ve Akkum Beach Club tavsiyemiz. Biraz daha sakin ve daha temiz bir deniz arıyorsan da Sığacık ’a 6-12 kilometre uzaklıktaki Akarca Halk Plajı, Gemisuyu Halk Plajı ve Güneşlikent Halk Plajı diğer önerilerimiz. Seferihisar’daki tüm halk plajlarında duş, tuvalet, şezlong ve şemsiye hizmetlerinden ücretsiz yararlanabilirsin. Ayrıca tüm halk plajlarında kafe ve cankurtaran bulunmaktadır. Ancak bu noktada hemen belirtelim, Sığacık ‘ın denizi inanılmaz soğuktur.

Sığacık’a Eylül aylarında geliyorsan, bilmelisin ki burada Mandalina Festivali düzenleniyor. Pek çok etkinliğe ev sahipliği yapan bu festivalde bol bol mandalina yiyebilir, konserleri dinleyebilirsin.
http://www.bosgezeninboskalfasi.com/sigacik